top of page
BÖLÜM IV
KARANLIKDA YOLCULUK2

"Kapıyı kafanla çalacağım Peregrin Took," dedi Gandalf. "Eğer bu da kapıyı parçalamazsa ve bana da aptalca sorularınızdan fırsat kalırsa, açma sözcüklerini arayacağım.

"Bir zamanlar elflerin, insanların veya orkların bütün dillerinde böyle durumlarda kullanılan bütün büyüleri bilirdim. Hâlâ gözümü kırpmadan yüzlercesini hatırlayabilirim. Ama sanırım sadece bir iki deneme yetecek ve Gimli'ye kimseye öğretmedikleri gizli cüce dilinin sözcüklerini sormak zorunda kalmayacağım. Tıpkı kemerdeki yazılar gibi açma sözleri de Elfçe idi: Bundan eminim."

Tekrar kayaya doğru yürüdü, asası ile kapının ortasında örs işaretinin altındaki gümüş yıldıza hafifçe dokundu.

Annon edhellen, edro hi ammen!

Fennas nogothrim, lasto beth lammen!

dedi emreden bir sesle. Gümüş çizgiler soldu, ama düz gri kaya kıpırdamadı.

Sırasını ve sözleri değiştirerek bu komutu defalarca tekrarladı. Sonra kâh hızlı ve yüksek sesle, kâh yavaş ve alçak sesle konuşarak art arda başka büyüler denedi. Derken Elfçe tek tek kelimeler söyledi. Hiçbir şey olmadı. Sarp kayalık geceye doğru yükseliyor, sayısız yıldız tutuşuyor, soğuk bir rüzgâr esiyor ve kapılar sımsıkı kapalı duruyordu.

Gandalf tekrar duvara yaklaştı, kollarını kaldırarak emreder bir tonda ve kabaran bir öfkeyle konuştu. Edro, edro! diye bağırdı ve kayaya asasıyla vurdu. Açıl, açıl! diye haykırıp, bunu o güne kadar Orta Dünya'nın Batı'sında konuşulmuş her dilde tekrarladı. Sonra asasını yere çalarak hiç konuşmadan oturdu.

Tam o sırada, dikkat kesilmiş kulaklarına ta uzaklardan kurtların ulumalarını getirdi rüzgâr. Midilli Bili korkuyla irkildi; Sam hemen yanına fırlayarak kulağına yumuşak sözler fısıldamaya koyuldu.

"Sakın kaçırma!" dedi Boromir. "Anlaşılan ona yine ihtiyacımız olacak, tabii eğer kurtlar bizi bulmazsa. Bu uğursuz gölden nasıl nefret ediyorum!" Eğilip koca bir taş aldı, karanlık suyun açıklarına fırlattı hışımla.

Taş hafif bir şap sesiyle yok oldu; fakat aynı anda bir şıpırtı ve fokurtu duyuldu. Yüzeyde taşın düştüğü yerde oluşan büyük halkalar, yavaş yavaş sarp kayalığın kıyısına doğru ilerlemeye başladı.

"Neden yaptın bunu Boromir?" dedi Frodo. "Ben de bu yerden nefret ediyorum ve korkuyorum. Korktuğumun ne olduğunu da bilemiyorum: Kurtlardan değil, kapıların arkasındaki karanlıktan da değil, başka bir şeyden. Gölden korkuyorum. Gölü uyandırma!" "Keşke şuradan gidebilsek!" dedi Merry. "Gandalf bir an önce bir şeyler yapsa ya!" dedi Pippin. Gandalf onlara hiç kulak asmıyordu. Ya çaresizlik, ya da kaygılı düşünceler içinde, başı öne eğik öylece oturmaktaydı. Kurtların kasvetli ulumaları bir kez daha duyuldu. Sudaki halkalar büyüyerek yakınlaştı; bazıları kıyıya çarpmaya başlamıştı bile.

Hepsini yerinden uğratan bir sıçramayla aniden ayağa kalktı büyücü. Gülüyordu! "Buldum!" diye bağırdı. "Elbette, elbette! Cevabı bulunan bütün bilmeceler gibi, saçmalık derecesinde basit."

Asasını alarak kayanın önünde durdu ve berrak bir sesle konuştu: Mellon!

Yıldız kısaca parıldayıp tekrar soldu. Sonra, o ana kadar ne bir çatlak ne ek yeri görülen kayada büyük bir kapının hatları sessizce ortaya çıktı. Kapı yavaş yavaş ortadan ayrıldı ve her iki kanat duvarlara dayanıncaya kadar santim santim dışarı doğru açılmaya başladı. Açıklıktan yukarıya doğru dimdik tırmanan gölgeli bir merdiven göründü; fakat en aşağıdaki basamaklardan hemen sonra başlayan karanlık, geceden de derindi. Grup hayretle bakakaldı.

"Meğerse yanılıyormuşum," dedi Gandalf, "Gimli de yanılmış. Olacak şey değil ama, Merry haklıymış meğer. Açma sözü orada, kemerin üzerinde yazılı işte! 'Dost'deyiver, öyle gir, diye tercüme etmeliydik bunu. Dost sözcüğünün Elfçesini söylememle birlikte, kapılar açılıverdi. Çok basit. Kuşkulu günlerde yaşayan irfanı bol bir arif için fazla basit. O günler daha mutlu günlerdi. Evet, artık gidelim!"

Kararlı bir şekilde yürüyüp en alttaki basamağa adımını attı. Fakat tam o anda birkaç şey birden oldu. Frodo bir şeyin ayak bileğini kavradığını hissetti ve bağırarak yere düştü. Midilli Bili deli gibi bir korku çığlığı kopartıp tabanlarını yağlayarak göl kenarından karanlığa doğru fırladı. Sam onun arkasından seyirtti, ama Frodo'nun çığlığını duyunca bir yandan ağlayıp bir yandan lanetler okuyarak tekrar geri koştu. Diğerleri telaşla geri bakınca, sanki bir sürü yılan gölün güney ucundan o yana doğru yüzüyormuş gibi suların kaynaşmaya başladığını gördüler.

Sudan sürünerek açık yeşil, parlak ve ıslak, uzun yılankavi bir dokungaç çıkmıştı. Parmaklı ucu Frodo'nun ayağını yakalamış, onu suya doğru çekiyordu. Dizleri üzerine çöken Sam elindeki bıçağı hırsla kola batırmaktaydı.

Kol Frodo'yu bıraktı; Sam, imdat çığlıkları atarak Frodo'yu kıyıdan içeri çekti. Yirmi kol daha çıktı dalgacıklar yaratarak. Karanlık su kaynadı, etrafı bir leş kokusu sardı.

"Kapıya! Merdivenlerden yukarı! Çabuk!" diye bağırdı Gandalf geriye sıçrayarak. Sam'den başka herkesi toprağa mıhlamışa benzeyen dehşetten çıkarıp, Grup'u ileri doğru sürdü.

Kıl payıyla kurtuldular. Sam ile Frodo ancak bir iki basamak çıkmışlardı, Gandalf da daha yeni tırmanmaya başlamıştı ki, el yordamıyla ilerleyen dokungaçlar dar kıyı şeridinde kıvıldanarak kaya duvarı ve kapılan yoklamaya koyuldular. Biri yıldız ışığında ıslak ıslak parlayarak kıvrım büklüm eşiği tırmandı. Gandalf dönüp duraksadı. Ama eğer hangi sözcüğün içeriden kapılan kapatacağını düşünüyor idiyse, boşuna zahmet etmişti. Boğum boğum bir sürü kol her iki yandan kapılan kavradı ve korkunç bir güçle savurarak çekti. Kapılar çatırdayan bir yankıyla çarparak kapandı, göz gözü görmez oldu. Ardından, kaim kayaların gerisinden parçalanma ve çarpma gürültüleri duyuldu.

Frodo'nun koluna yapışmış olan Sam zifiri karanlıkta bir basamağa çöküp kaldı. "Vah garibim Bili!" dedi hıçkırıklı bir sesle. "Vah garibim Bili! Kurtlarla yılanlar! Ama yılanlar artık canına tak dedirtti. Seçmek zorundaydım Bay Frodo. Seninle gelmek zorundaydım."

Gandalf ın basamaklardan geri inip asasını kapılara değdirdiğini duydular. Taşlarda bir titreşim oldu, basamaklar sarsıldı, ama kapılar açılmadı.

"Bak sen!" dedi büyücü. "Arkamızdaki çıkış artık kapalı, tek bir çıkış yolu var o da dağların diğer tarafında. Gelen seslere bakılırsa, korkarım kapının arkasına kayalar yığıldı ve ağaçlar köklenip devrildi. Üzüldüm: Çünkü ağaçlar çok güzel ve çok görmüş geçirmişlerdi."

"Daha ayağım suya ilk değdiği andan itibaren korkunç bir şeylerin yakında olduğunu hissetmiştim," dedi Frodo. "Neydi o şey, ya da birden çok muydular?"

"Bilmiyorum," diye cevap verdi Gandalf, "fakat bütün kollar tek bir amaçla yönlendiriliyorlardı. Dağların altındaki karanlık sulardan bir şey sürünüp çıkmış ya da çıkartılmış. Dünyanın derin yerlerinde orklardan daha eski ve daha iğrenç şeyler vardır." Gölde yaşayan her ne idiyse, Grup içinde ilk Frodo'yu yakalamış olduğu hakkındaki düşüncelerini ise seslendirmedi.

Boromir kendi kendine mırıldandı, fakat yankılar yaratan taşlar sesi çoğaltıp herkesin duyabileceği kaba bir fısıltı haline getirdi: "Dünyanın derin yerlerinde! Ve istemesem de oraya doğru gidiyoruz. Şimdi bu ölümcül karanlıkta bizi kim yönlendirecek?"

"Ben," dedi Gandalf, "ve Gimli de benimle birlikte yürüyecek. Asamı takip edin!"

Büyücü önlerine düşüp koca basamaklardan tırmanmaya başlarken asasını havaya kaldırdı ve asanın ucunda hafif bir ışıltı belirdi. Geniş merdiven sağlam ve hasarsızdı, irili ufaklı iki yüz basamak saydılar ve merdivenlerin tepesinde karanlığa doğru uzayıp kaybolan dü? bir zemine açılan kemerli bir geçit buldular.

"Yemek odasını bulamadığımıza göre burada, merdiven sahanlığında biraz oturup dinlenelim ve bir şeyler yiyelim!" dedi Frodo. Kendisini yakalayan kolun dehşetini üzerinden atmaya başlamış ve birdenbire büyük bir açlık hissetmişti.

Bu teklif herkes tarafından memnuniyetle karşılandı; loş ışıkta belirsiz siluetler olarak üst basamaklara oturdular. Yemeklerini yedikten sonra, Gandalf üçüncü kez her birine Ayrıkvadi'nin miruvor'undan birer yudum daha verdi.

"Uzun süre dayanmayacak korkarım," dedi; "fakat sanırım kapıdaki korkudan sonra buna ihtiyacımız vardı. Ve eğer şansımız çok yaver gitmezse, diğer tarafı görünceye kadar her damlasına ihtiyacımız olacak! Suyu da dikkatli kullanın! Madenler'de bir sürü akarsu ve kuyu vardır, ama bunlara yaklaşmamak gerekir. Ta Golgelidere Vadisi'ne ininceye kadar tulumlarımızı ve şişelerimizi doldurma fırsatı bulamayabiliriz."

"O ne kadar sürer?" diye sordu Frodo.

"Bir şey söyleyemem," dedi Gandalf. "Bu ayrı ayrı birçok ihtimale dayanıyor. Fakat bir aksilik olmaz, yolumuzu da kaybetmez dosdoğru gidersek, üç ya da dört yürüyüşlük yolumuz var tahminimce. Batı Kapısı'dan Doğu Kapısı'na olan mesafe kuş uçuşu kırk milden az olamaz, yol da muhtemelen oldukça dolambaçlıdır."

Pek kısa bir moladan sonra tekrar yollarına koyuldular. Hepsi yolculuğu mümkün olduğunca çabuk bitirme konusunda hevesliydi ve yorgun oldukları halde birkaç saat daha yürümeye gönüllüydüler. Gandalf gene önden yürümekteydi. Sol elinde ancak ayağının dibini aydınlatabilen parıltılı asasını taşıyordu; sağ elinde ise kılıcı Glamdring vardı. Arkasından, loş ışıkta başını sağa sola çevirdikçe gözlerinde ışıklar çakan Gimli geliyordu. Cücenin arkasında Frodo yürüyordu, o da kısa kılıcı Sting'i çekmişti. Sting ile Glamdring'de ışıltı yoktu; bu da gönülleri biraz ferahlatıyordu, çünkü kılıçlar Eski Günler deki elf demircilerin eseri olduğundan etrafta orklar varsa soğuk bir ışıkla parlarlardı. Frodo'nun arkasından Sam, onun da arkasından Legolas, genç hobbitler ve Boromir geliyordu. En geride, karanlıkta ise sert ve sessiz Aragorn vardı.

Geçit birkaç kere sağa sola döndükten sonra aşağı doğru alçalmaya başladı. Uzun bir süre muntazaman aşağı doğru gidip nihayet tekrar bir düzlüğe çıktı. Hava sıcak ve boğucu olmaya başlamıştı ama pis değildi ve zaman zaman görmekten çok sezebildikleri duvar aralıklarından yayılan daha serin hava akımlarını yüzlerinde hissediyorlardı. Bu açıklıklardan bir sürü vardı. Frodo büyücünün asasının soluk ışığında her iki yanda hayal meyal merdivenler, kemerler, yukarı doğru giden veya dimdik aşağı inen veya sadece bomboş bir siyahlığa açılan başka geçitler ve tüneller seçebiliyordu. Hepsi öyle karmakarışıktı ki, hatırlamak söz konusu bile olamazdı.

Gimli'nin Gandalf a çok az yardımı oluyordu; belki en büyük faydası da sağlam yüreğiydi. En azından o, diğerlerinin çoğu gibi zifiri karanlığın kendisinden rahatsız olmamıştı. Hangi yolu seçecekleri konusunda bir kuşku oldu mu, büyücü ona danışıyordu genellikle; fakat son sözü söyleyen hep Gandalf ti. Dağ soyundan gelen cücelerden olsa da, Moria Madenleri Glöin oğlu Gimli'nin hayal gücünün ötesinde engin ve karmaşıktı. Gandalf a ise uzun bir zaman önce yapılan bir yolculuğun uzak hatıraları o anda pek fayda vermiyordu, fakat karanlığa ve yolun tüm dolambacına rağmen ne yana gitmek istediğini biliyor, hedefine doğru giden bir patika olduktan sonra hiç tereddüt etmiyordu.

"Korkmayın!" dedi Aragorn. Normalden daha uzun süren bir ara vermişlerdi, Gandalf ile Gimli bir köşede fısıldaşıyordu; diğerleri ise endişeyle bekleyerek, arkada toplaşmıştı. "Korkmayın! Gerçi hiçbiri bu kadar karanlık değildi, ama onunla çok yolculuk yaptım ben; Ayrıkvadi'de benim gördüklerimden çok daha büyük kahramanlıklarının öyküleri anlatılır hep. Bulunacak bir yol varsa, muhakkak bulur. Tüm korkularımıza karşın bizi buraya soktu, ama tekrar çıkmamızı da sağlayacaktır kendisi için bedeli ne olursa olsun hem de. Zifiri karanlık bir gecede evinin yolunu bulma konusunda Kraliçe Beruthiel'in kedileri bile onunla boy ölçüşemez."

Grubun böyle bir rehbere sahip olması büyük şanstı. Ellerinde ne yakacakları, ne de meşale yapabilecekleri araçları vardı; can havliyle kapılardan girdikleri sırada birçok şeyi geride bırakmışlardı. Fakat ışık olmasaydı, bir felakete uğramaları uzun sürmezdi. Karşılarına hem aralarından bir seçim yapmaları gereken birçok yol çıkıyordu; hem de yolları boyunca birçok yerde, geçerken ayak seslerinin yankılandığı delikler, çukurlar, dipsiz kuyular. Duvarlarda ve yerde yarıklar, dar boğazlar vardı ve arada sırada tam adımlarının önünde bir çatlak açılı veriyordu. Bunların içinde en büyükleri boylamasına iki buçuk metreye yakındı ve Pippin'in o korkunç yarığın üzerinden atlayacak kadar cesaret toplaması bayağı zor olmuştu. Ta aşağılardan, sanki derinliklerde devasa bir değirmen dönüp duruyormuş gibi çalkalanan suyun sesi duyulabiliyordu.

"İp!" diye mırıldandı Sam. "Yanıma almazsam lazım olacağını biliyordum!"

Tehlikeler sıklaştıkça yürüyüşleri de yavaşladı. Daha şimdiden, dağların köklerine doğru ağır adımlarla ezelden beridir yürümekteymişler gibi gelmeye başlamıştı. Yorgunluk sınırını çoktan aşmışlardı, ama yine de herhangi bir yerde duraklama düşüncesi dahi bir rahatlık vermez gibiydi. Kurtuluşundan, yemek yiyip o bir yudum likörü içmesinden sonra Frodo'ya bir süre için şevk gelmişti; fakat şimdi derin bir huzursuzluk, gitgide artan bir korku tekrar üzerine çöküyordu. Bıçak yarası Ayrıkvadi'de iyileştirilmişti ama, geriye bir takım izler kalmıştı gene de. Görünmeyen şeyler konusunda duyulan daha keskin ve daha uyanıktı artık. Kısa sürede farkına vardığı şeylerden biri de, karanlıkta belki bir tek Gandalf hariç tüm arkadaşlarından daha iyi görebildiğiydi. Ve her halükârda Yüzük'ün taşıyıcısıydı o: Zincirinin ucunda göğsünde asılıydı ve zaman zaman taşınması çok zor bir yük oluyordu. Önlerinde bekleyen ve arkalarından gelen kötülüklerin varlığını kesin olarak hissedebiliyordu Frodo; ama bir şey söylemedi. Kılıcının kabzasına daha bir sıkı yapıştı ve sebatla yoluna devam etti.

Arkasında kalan Grup üyeleri nadiren, o da ancak telaşlı fısıltılar halinde konuşuyorlardı. Kendi ayaklarının seslerinden başka ses yoktu; Gimli'nin cüce çizmelerinin tok gürültüsü; Boromir'in cüssesinin ağırlığını hissettiren yürüyüşü; Legolas'ın hafif adımlan; hobbit ayaklarının neredeyse duyulmayan pıtırtısı; arkada da Aragorn'un uzun adımlarının yavaş ve sağlam sesi. Kısa duraklamalarında, arada bir görünmeyen bir suyun belli belirsiz tıpırtısından başka hiçbir şey duymuyorlardı. Yine de Frodo başka bir şey daha duymaya, ya da duyduğunu zannetmeye başladı: Çıplak ayaklardan çıkan yumuşak ve hafif adım sesleri. Hiçbir zaman duyduğuna emin olabileceği kadar yüksek veya yakın olmuyordu bu ses; fakat ilk duyduğu andan bu yana, Grup hareket ettiği müddetçe ses de aralıksız peşlerindeydi. Ama yankı da değildi, çünkü onlar durduklarında o kendi başına biraz daha tıpırtısına devam ediyor sonra kesiliyordu.

Madenler'e girdiklerinde gece çökmüştü. Sadece kısa bir iki mola vererek birkaç saat yürüdükten sonra, Gandalf ilk ciddi engeliyle karşılaştı. Önünde üç ayrı geçide bağlanan geniş ve karanlık bir açıklık vardı: Geçitlerin hepsi aşağı yukarı aynı yöne, doğuya doğru ilerliyordu; fakat sağ taraftaki geçit yukarı tırmanırken soldaki geçit aşağıya dalıyor, ortadaki ise muntazam ama çok dar bir koridor olarak düz gidiyor gibiydi.

"Burayı hiç mi hiç hatırlamıyorum!" dedi Gandalf, tereddütle kemerin altında durarak. Seçim yapmasını kolaylaştıracak bir işaret veya yazı bulmak ümidiyle asasını kaldırdı; fakat bu tür bir şeyler yoktu görünürde. "Bir karar veremeyecek kadar yorgunum," dedi başını sallayarak. "Ve sanırım hepiniz de en az benim kadar, belki benden de yorgunsunuzdur. Gecenin sonuna kadar burada konaklayalım. Aklınız karışmasın! Burası hep karanlıktır; fakat dışarıda son demlerini yaşayan ay batıya doğru inmekte; gecenin yarısı geçti."

"Zavallı Bili!" dedi Sam. "Acaba nerelerde. Umarım o kurtlara yem olmamıştır daha."

Büyük kemerin solunda taştan bir kapı buldular: Kapı yarı yarıya kapalıydı fakat hafif bir dokunuşla hemencecik açıldı. Ardında kayaya oyulmuş geniş bir oda vardı göründüğü kadarıyla.

"Yavaş! Yavaş!" diye bağırdı Gandalf, Merry ile Pippin en azından açık geçitten daha fazla barınak hissi veren, dinlenebilecekleri bir yer bulmanın sevinciyle ileri doğru atılınca. "Yavaş! Henüz içerde ne olduğunu bilmiyorsunuz. Önce ben gireceğim."

içeri dikkatle girdi, diğerleri de peşinde sıralandılar, "işte!" dedi, zeminin tam orta yerini asasıyla işaret ederek. Ayağının dibinde, bir kuyunun ağzına benzeyen büyük yuvarlak bir delik gördüler. Kenarlarındaki kırık ve paslı zincirler kara deliğin içine doğru iniyordu. Etrafına taş parçalan yayılmıştı.

"İçinizden biri buraya düşmüş, ne zaman çarpacağını merak ederek hala dibe doğru iniyor olabilirdi," dedi Aragorn Merry'ye. "Bir rehberiniz varken, bırakın önce o girsin."

"Burası o üç geçidi gözetim altında tutmak için yapılmış bir muhafız odasına benziyor," dedi Gimli. "O delik de belli ki muhafızların kullanması için açılmış, taş bir kapakla örtülü bir kuyuymuş. Fakat kapak kırılmış; hepimiz karanlıkta dikkatli olmalıyız."

Pippin garip bir şekilde kuyunun cazibesine kapılmış gibiydi. Diğerleri battaniyelerini açıp duvar kenarlarında, yerdeki delikten mümkün olduğu kadar uzakta yataklarını yaparken, o deliğin kenarına kadar emekleyip içine baktı. Görünmez derinliklerden soğuk bir rüzgar yükselerek yüzüne çarpmıştı sanki. Ani bir dürtüyle elini uzatıp yerden bir taş buldu ve kuyuya bırakıverdi. Kalbinin atışlarını dinleyerek beklediği uzun saniyeler boyunca hiçbir ses çıkmadı önce. Neden sonra ta aşağılardan, taş sanki mağara gibi bir yerde derin bir suya düşmüş gibi bir cup sesi duyuldu; ses çok uzaktan gelmiş, fakat kuyunun boş duvarlarında yankılanarak büyümüştü.

"Neydi o?" diye bağırdı Gandalf. Pippin yaptığını itiraf edince rahatladı; ama kızmıştı ve Pippin gözlerinin çakmak çakmak olduğunu görebiliyordu. "Took ahmağı!" diye homurdandı. "Bu ciddi bir yolculuk, bir hobbit eğlenti yürüyüşü değil. Bir dahaki sefere kendini at kuyuya, böylece bir daha başımıza dert de olmazsın. Artık sessiz ol!" Birkaç dakika başka bir şey duyulmadı; fakat sonra derinliklerden belli belirsiz vuruşlar yükseldi: Tomtap, taptom. Sesler durdu, yankılar susunca bir kez daha tekrarlandı: Taptom, tomtap, taptap,tom. Bunlar fena halde bir çeşit sinyale benziyordu; fakat bir süre sonra vuruşlar sustu ve bir daha duyulmadı.

"Ben bu işten bir gıdım anlıyorsam, bu bir çekiç sesiydi," dedi Gimli.

"Evet," dedi Gandalf, "ve bu hiç hoşuma gitmedi. Bunların Peregrin'in sersem taşıyla ilgisi olmayabilir; fakat büyük bir ihtimalle uyandır ılmaması gereken bir şey uyanmış oldu. Rica ederim, bir daha bu tür şeyler yapmayın! Daha fazla sorun çıkmadan biraz dinlenebileceğimizi umalım bari. Sen Pippin, ilk nöbeti alabilirsin, mükafat olarak," diye de homurdanarak ekledi bir battaniyeye sarınırken.

Pippin bedbaht bir şekilde kapının yanına oturdu zifiri karanlıkta; ama bilinmedik bir şeyin kuyudan tırmanıp çıkacağından korktuğu için habire arkasına dönüp duruyordu. Bir battaniyeyle bile olsa deliği kapatabilmek isterdi, fakat Gandalf uyuyor gibi görünse dahi ne kıpırdamaya ne de kuyuya yaklaşmaya cesareti vardı.

Aslında, hareketsiz ve sessiz yatsa da Gandalf uyumamıştı. Düşüncelere dalmış, daha önce Madenler'e yapmış olduğu yolculuğun her anını hatırlamaya çalışıyor, endişeyle bundan sonra hangi yolu seçeceğini ölçüp biçiyordu; bu anda yanlış yola sapmak felaket getirebilirdi. Bir saat sonra kalkarak Pippin'in yanına gitti.

"Bir köşeye git de biraz uyu evlat," dedi müşfik bir tonda. "Uyumak istiyorsundur sanırım. Ben gözümü bile kırpamıyorum, bari nöbeti üstleneyim."

"Derdimin ne olduğunu biliyorum," diye mırıldanarak kapının yanma oturdu. "Dumana ihtiyacım var! Kar fırtınasından önceki sabahtan beri tüttürmüyorum."

Uykuya dalmadan önce Pippin'in son gördüğü şey, yere çömelmiş, yıpranmış ellerini dizlerinin arasında kor halinde bir yongaya siper eden büyücünün kara siluetiydi. Alevin titrek ışığında sivri burnu ve bir duman bulutu bir an görünüp kayboldu.

Onları uykudan uyandıran Gandalf ti. Altı saat kadar tek başına oturup nöbet tutmuş, diğerlerinin istirahatini bozmamıştı. "Nöbet tutarken karara da vardım," dedi. "Orta yolun uyandırdığı hissi beğenmedim; soldaki yolun da kokusunu sevmedim: Orada kötü bir hava yoksa, ben de rehber mehber değilim. Sağ yolu seçeceğim. Tekrar tırmanmaya başlayalım artık."

Verdikleri iki kısa mola sayılmazsa, sekiz karanlık saat boyunca yürüyüşlerine devam ettiler, hiçbir tehlikeyle karşılaşmadılar, hiçbir şey duymadılar, büyücünün bataklık alevi gibi alçala yüksele önlerinden ilerleyen ışığının solgun pırıltısından başka bir şey görmediler. Seçmiş oldukları geçit sürekli döne döne yukarı tırmanıyordu. Anlayabildikleri kadarıyla yol yukarı doğru büyük kavislerle ilerliyordu ve yükseldikçe de dikleşip genişlemekteydi. Artık iki yanda diğer geçitlere veya tünellere bağlanan girişler yoktu; zemin de çatlaksız deliksiz, düz ve sağlamdı. Belli ki bir zamanlar önemli yollardan olan bir geçite rast gelmişlerdi ve ilk yürüyüştekinden daha hızlı ilerliyorlardı.

Bu şekilde, doğuya doğru kuş uçuşu bir on beş mil kadar gittiler; gerçekte katettikleri yol ise en az yirmi mil tutmuş olmalıydı. Yol yukarı doğru tırmandıkça Frodo'nun morali biraz yerine geldi; ama yine de üzerinde bir sıkıntı vardı ve hala zaman zaman Grup'un arkasında uzaklarda, kendi ayak seslerinin ve tıkırtılarının gerisinde, onları izleyen ve hiç de yankıya benzemeyen bir ayak sesi duyuyor, ya da duyduğunu zannediyordu.

Hobbitlerin dinlenmeden gidebildiği kadar ilerlediler; hepsi uyuyabilecekleri bir yer düşlemeye başlamıştı ki, aniden sağdaki ve soldaki duvarlar yok oluverdi. Kemerli bir kapıdan geçip simsiyah, boş bir alana çıkmışlardı anlaşılan. Arkalarında kuvvetli bir ılık hava akımı vardı; önlerindeki karanlıksa, soğuk soğuk yüzlerine geliyordu. Duraklayıp endişeyle birbirlerine sokuldular.

Gandalf memnun görünüyordu. "Doğru yolu seçmişim," dedi. "Sonunda oturulabilir yerlere yaklaştık ve sanırım artık doğu tarafından çok uzakta değiliz. Fakat fazla tırmanmışız, eğer yanılmıyorsam Gölgelidere Kapısı'ndan oldukça yüksekteyiz. Havanın serinliğine bakılırsa geniş bir salonda olmalıyız. Riskli gerçi, ama azıcık gerçek ışık görmenin zamanı geldi."

Asasını kaldırdı, kısa bir an için şimşek gibi bir aydınlık çaktı. Büyük gölgeler belirip etrafa dağıldı ve bir saniye kadar başlarının üzerinde ta yukarıda, taştan yontulmuş bir sürü muazzam direk tarafından taşınan geniş tavanı gördüler. Önlerinde ve her iki yanlarında kocaman boş bir salon uzanıyordu; cam gibi cilalanmış, pürüzsüz kara duvarları ışıl ışıl, pırıl pırıldı. Üç tane daha giriş gördüler, üç simsiyah kemer: Biri tam önlerinde doğuya doğru, birer tane de her iki yanda. Sonra ışık söndü.

"Şimdilik bu kadarına cüret edebilirim," dedi Gandalf. "Dağ tarafında kocaman pencereler vardı, Madenlerin üst kısımlarındaki aydınlığa doğru da hava bacaları açılırdı. Sanırım artık onlara ulaştık, ama dışarda yine gece var; yarın sabaha kadar emin olamayız. Eğer haklıysam, yarın sabahın ilk ışıklarını görmemiz mümkün. Fakat bu arada daha fazla gitmesek iyi olur. Gelin dinlenebilirsek dinlenelim. Şu ana kadar her şey iyi gitti, karanlık yolun büyük bölümünü aştık. Fakat henüz dışarıya ulaşmadık ve dünyaya açılan Kapılar'a daha epey yolumuz var."

Grup o geceyi mağara gibi kocaman salonda, hava cereyanından korunabilmek için bir köşeye çekilip bir araya büzüşmüş durumda geçirdi: Doğudaki kemerli yoldan sürekli bir serin hava akımı var gibiydi. Yattıkları yerin dört bir yanında boş ve hudutsuz karanlık uzanıyordu; kayaya oyulmuş salonların ve bitmek tükenmek bilmeden dallanıp budaklanan merdivenlerle geçitlerin yalnızlığında ve enginliğinde boğulmuşlardı. Hobbitlere karanlık söylentilerin ilham ettiği en çılgın hayaller bile Moria'nm gerçek dehşeti ve görkemi yanında hiç kalmıştı.

"Vaktiyle burada ordu gibi kalabalık bir cüce ahalisi yaşıyordu herhalde," dedi Sam; "ve de bunca işi yapabilmek için her biri beş yüz yıl köstebek gibi durup dinlenmeden çalışmış olmalı; hem de sert kaya işçiliği yani! Bütün bunları ne zoruna yapmışlar? Bu karanlık deliklerde yaşamıyorlardı herhalde, değil mi?"

"Bunlar delik değil," dedi Gimli. "Burası Cücegazuv'un büyük diyarı ve şehri. Ve eskiden burası karanlık değildi, ışıkla, ihtişamla doluydu; şarkılarımızda da hala öyle hatırlanır."

Ayağa kalkıp karanlıkta dikildi, yankılan tavana doğru kaçışan derin bir sesle bir ezgi söylemeye başladı.

Dünya gençti, yemyeşildi dağlar

Lekelenmemişti Ay'ın yüzü daha

Ne derelere isim konmuştu,

ne taşlara Durin uyanıp tek başına dolaştığında.

İsimsiz tepelerle vadilere isimler verdi;

 

Henüz tadılmamış kuyulardan su içti;

Eğilip baktığında Aynagöl'e

Gördü başının gölgesi üzerinde

Yıldızlardan yapılmış bir tacın belirdiğini

Sanki gümüş bir ipe dizilmiş mücevherler gibi

 

Dünya saftı, dağlar y üçe mi y üçe;

O eski günlerde, çok daha önce

Devrilişinden Nargothrond 'un yüce kralının

Ve göçmesinden Gondolin'in

Batı Denizleri'nin ötesine,

Saftı Dünya Durin 'in Günlerinde.

 

Bir Kraldı o, oymah tahtında

Sütunlarla dolu salonlarında

Gümüş zemin, altın çatı

Güç rünleriyle örtülüydü kapı.

Güneş, yıldız ve ay ışığı

Doldururdu billur lambaları,

Ne bulut örter ne de gölgelerdi gece

Pırıldardı sonsuza dek zarafetle.

 

Orada döverdi çekiçler örsü,

Hakkak yazardı, yontardı keski;

Orada dövülürdü kılıç, bağlanırdı kabzası,

Kazıcı kazar, örerdi duvarcı.

Orada beril, solgun opa, inci

Ve metal işlenirdi balık pulları gibi,

Kalkanlar, zırhlar, baltalar, kılıçlar

Yığınlaydı parıl parıl parlayan mızraklar.

 

Yorulmazdı o zamanlar Durin'in halkı;

Dağların altında müzik uyanırdı:

Harpçılar harp çalar, okurdu ozanlar

Kapılarda durmadan öterdi borazanlar.

Dağlar yaşh, dünya kül rengi,

Demirhanenin ateşi küllenmiş buz gibi;

Çalınan harp, düşen çekiç yok artık:

Durin'in salonlarında tek yaşayan karanlık;

Bir gölge uzanıyor şimdilerde

 

Af ona, Khazaddûm'daki mezarı üzerinde

Ama batmış yıldızlar görünüyor hâlâ

Karanlık ve rüzgarsız Aynagöl sularında;

Tacı orada, derin sularda yatar

Durin tekrar uykusundan uyanıncaya kadar.

"Bak bu hoşuma gitti!" dedi Sam. "Bunu bellemek isterdim. Moria' da, Khazaddûm'da Fakat bütün o lambaları hayal edince, bu karanlık daha da bir ağırlaştı sanki. Hala buralarda mücevher ve altın yığınları var mı?"

Gimli cevap vermedi. Şarkısını söylemiş, lafını bitirmişti.

"Mücevher yığınları mı?" dedi Gandalf. "Hayır. Orklar defalarca Moria'yı talan ettiler; yukarı salonlarda bir şey kalmadı. Ve cüceler kaçtığından beri kimse derinliklerdeki galerileri ve hazine dairelerini aramaya cesaret edemiyor: Buraları ya sulara ya da bir korku gölgesine gömülmüş durumda."

"O halde cüceler ne zoruna geri gelmek istiyorlar?" diye sordu Sam.

"Mithril için," diye cevapladı Gandalf. "Moria'nın zenginliği cücelerin oyuncağı olan altından ve değerli taşlardan gelmiyordu; onların hizmetkarı olan demirden de gelmiyordu. Onların hepsini burada buldular gerçi, özellikle de demiri; fakat bunun için kazmalarına gerek yoktu: istedikleri her şeyi ticaretle elde edebilirlerdi. Çünkü Moria Gümüşü dünyada bir tek burada çıkardı: Kimileri hasgümüş der ona, Elfçesi mithrildir. Cücelerin de takmış olduğu bir isim var ama kimseye söylemezler. Altından on kez daha değerliydi mithril, şimdi ise paha biçilemez; çünkü toprak üzerinde çok az kaldı, burada kazı yapmaya ise orklar bile cesaret edemiyor. Maden damarları kuzeye Caradhras'a ve derinlerdeki karanlığa doğru uzanmakta. Cüceler o günleri hiç anlatmazlar; fakat mithril nasıl servetlerinin temeli idiyse, çöküşlerinin de sebebi oldu: Açgözlülük edip çok derinleri kazdılar ve onlan buradan süren şeyi, yani Durin'in Felaketi'ni uyandırdılar. Gün ışığına çıkardıkları kadarının da hemen hemen hepsi orkların eline geçip bu gömülere göz diken Sauron'a bac olarak gitti.

"Mithril'i kim istemezdi ki! Bakır gibi dövülebilir, cam gibi cilalanabilirdi; cüceler onunla su verilmiş çelikten hem daha sert, hem daha hafif bir metal yapıyorlardı. Güzelliği bildiğimiz gümüşe benziyordu ama mithril'in güzelliği ne kararır, ne donuklaşırdı. Elfler çok severlerdi onu; nice işlerin yanında, kapıların üzerinde görmüş olduğunuz ithildin'i yani yıldızayı da mithril'den yapmışlardır. Bilbo'ya Thorin'in verdiği mithril örgüsü bir zırh vardı. Acaba o zırha ne oldu? Herhalde hala Ulığ Kazın'daki Belek Evi'nde toz topluyordur."

"Ne?" diye bağırdı Gimli sessizliğinden aniden çıkarak. "Moria gümüşünden bir zırh mı? Bu krallara layık bir hediye!"

"Evet," dedi Gandalf. "Ona hiç söz etmedim, ama o zırhın değeri içindekilerle birlikte tüm Shire'ı satın almaya yeterde artardı."

Frodo hiçbir şey söylemedi ama elini tuniğinin altına sokarak zırhının örgüsüne dokundu. Ceketinin altında Shire'a denk bir pahayla etrafta dolaşıyor olduğu düşüncesi elini ayağını birbirine dolaştırmıştı. Bilbo biliyor muydu acaba? Hem de gayet iyi bildiğinden emindi Frodo. Bu gerçekten de krallara layık bir hediyeydi. Fakat şimdi düşünceleri karanlık Madenler'den çıkmış, Ayrıkvadi'ye, Bilbo'ya ve Bilbo'nun hala orada yaşadığı zamanlardaki Çıkın Çıkmazı'na gitmişti. Bütün kalbiyle yeniden orada, o günlerde olmayı, çimenleri biçmeyi, çiçekler arasında oyalanmayı, Moria'yı veya mithril'i veya Yüzük'ü hiç duymamış olmayı diliyordu.

Derin bir sessizlik çöktü. Diğerleri birer birer uykuya daldılar. Frodo nöbetteydi. Sanki derin yerlerden çıkıp görünmeyen kapılardan geçerek gelen bir nefes gibi, bir korku geldi üzerine. Elleri buz gibi, alnı ıslaktı. Dinliyordu. Geçmek bilmeyen iki saat boyunca bütün dikkatini dinlemekten başka bir şeye vermemişti; ama hiçbir ses, hatta hayali ayak seslerinin yankısını dahi duymadı.

Uzakta, batıdaki kemerli yol olduğunu tahmin ettiği bir yerde fener gibi bir çift gözü andıran iki solgun ışık noktası gördüğünü zannettiğinde, nöbeti neredeyse bitmişti. Sıçradı. Başı, uyuklar gibi Önüne düşmüştü. "Nöbetteyken uyumuş olmalıyım," diye düşündü. "Bir rüyanın kıyısındaydım." Ayağa kalkarak gözlerini ovuşturdu ve Legolas kalkıp nöbeti devralıncaya kadar dikkatle karanlığı süzerek ayakta durmaya devam etti.

Yattığında çabucak uykuya daldı ama sanki rüyası devam eder gibiydi: Fısıltılar duyuyor, iki solgun ışık noktasının yavaş yavaş yaklaştığını görüyordu. Uyandığında diğerlerini yanında mini mini konuşur durumda buldu, solgun bir ışık da yüzüne vurmaktaydı. Yukarlardan, doğudaki kemerli yolun üzerinde tavana yakın bir hava bacasından uzun solgun bir ışık huzmesi geliyordu ve salonun karşı tarafında, kuzeydeki kemerli yolun içinde de, uzak ve belli belirsiz bir ışık parıldıyordu.

Frodo doğrulup oturdu. "Günaydın!" dedi Gandalf. "Çünkü sonunda tekrar sabah oldu. Haklıydım, görüyorsun ya. Moria'nın doğu bölümünde, yukarlarda bir yerlerdeyiz. Bugün bitmeden Büyük Kapılar'ı bulup, Gölgelidere Vadisi'ndeki Aynagöl'ün sularım önümüzde görmeliyiz."

"Buna çok memnun olacağım," dedi Gimli. "Moria'yı gördüm, çok muazzam ama kararmış ve korkunçlaşmış; akrabalarımın izine de rastlamadık. Artık Balin'in buraya gelip gelmediğinden de kuşkuluyum."

Kahvaltılarını ettikten sonra Gandalf yeniden hemen yola çıkmaya karar verdi. "Yorgunuz ama dışarı çıktığımızda daha iyi dinleniriz," dedi. "Sanırım hiçbirimiz bir geceyi daha Moria'da geçirmek istemeyiz."

"Hem de hiç istemeyiz!" dedi Boromir. "Ne taraftan gideceğiz?

Ötede, doğudaki kemerli yoldan mı?" "Belki," dedi Gandalf. "Fakat hâlâ tam olarak nerede olduğumuzu bilmiyorum. Eğer yönümü tamamen şaşırmadıysam Büyük Kapıların üzerinde ve kuzeyindeyiz; onlara inecek yolu bulmak o kadar kolay olmayabilir. Doğudaki kemerli yol seçmemiz gereken doğru yol çıkacaktır muhtemelen; ama karar vermeden önce etrafımıza iyice bakınmamız gerek. Gelin kuzey kapısındaki ışığa doğru gidelim. Bir pencere bulabilsek çok işimize yarardı, ama korkarım ışık sadece uzun hava bacalarından geliyor."

Grup Gandalf m peşine düşüp kuzeydeki kemerin altından geçti. Kendilerini geniş bir koridorda buldular. Koridorda ilerledikçe hafif ışık kuvvetlendi ve aydınlığın sağ taraflarındaki bir kapıdan geldiğini gördüler. Kapı yüksekti, tepesi düzdü ve yan yarıya açık bir şekilde hâlâ menteşeleri üzerinde duruyordu. Gerisinde geniş, kare biçimli bir oda vardı. Oda loştu ama karanlıkta geçen o kadar uzun zamandan sonra onlara göz kamaştıracak kadar parlak geldi; içeri girerken hepsi gözlerini kırpıştırmaktaydılar.

Adımlan zemindeki derin bir toz tabakasını bozuyor, ayaklan kapının önündeki ilk başta ne olduğunu seçemedikleri şeylere takılıyordu. Oda doğu duvarındaki geniş bir hava bacasıyla aydınlatılmıştı; baca oldukça dik bir açıyla yükseliyor ve çok yukarda kare şeklinde bir mavi gök parçası görülüyordu. Hava bacasından gelen ışık doğruca, odanın ortasındaki masanın üzerine vurmaktaydı: Üzerinde düz ve büyük beyaz bir taş bulunan, iki ayak yüksekliğinde yekpare bir dikdörtgen blok.

"Bir mezara benziyor," diye mırıldandı Frodo ve garip bir önseziyle, daha yakından bakabilmek için öne doğru eğildi. Gandalf çabucak yanına geldi. Tabakanın üzerine derin rünler kazılmıştı:

"Bunlar eskiden Moria'da kullanılan Daeron'un Rünleri," dedi Gandalf. "Burada insanların ve cücelerin dilinde şöyle yazıyor:

FUNDİN OĞLU BALİN

MORİA HÜKÜMDARI."

"O halde ölmüş," dedi Frodo. "Ben de bundan korkuyordum." Gimli kukuletasıyla yüzünü örttü.

HOME
bottom of page