BÖLÜM IV
KARANLIKTA YOLCULUK
Gecelemek için durduklarında akşam olmuş, gri ışık yine hızla solmaya başlamıştı. Çok yorgundular. Dağlar giderek koyulaşan alacakaranlıkla peçelenmişti ve rüzgâr soğuk esiyordu. Gandalf titizlikle her birine birer yudum Ayrıkvadi miruvor'u verdi. Herkes biraz bir şeyler yedikten sonra da, onları toplantıya çağırdı.
"Bu gece, tabiidir ki, yolumuza devam edemeyiz," dedi. "Kızılboynuz Geçidi'ndeki çabalarımız hepimizi bitkin düşürdü, burada bir süre dinlenmemiz lazım."
"Ya sonra nereye gideceğiz?" diye sordu Frodo.
"Önümüzde hâlâ bizi bekleyen bir yol ve bir görev var," diye cevap verdi Gandalf. "Tek seçeneğimiz ilerlemek, ya da Ayrıkvadi'ye geri döneriz."
Ayrıkvadi'ye dönmenin lafı bile, Pippin'in yüzünü bariz bir şekilde aydınlatmaya yetmişti; Merry ile Sam de umutla kaldırdılar başlarını. Fakat Aragorn ile Boromir hiç renk vermedi. Frodo kaygılı görünüyordu.
"Keşke orada olabilseydim," dedi. "Fakat gerçekten başka çare kalmadığı veya yenilgimiz kesinleşmediği müddetçe, utanmadan nasıl dönebilirim?"
"Haklısın Frodo," dedi Gandalf. "Geri dönmek yenilgiyi kabul etmek ve ilerde daha büyük bir yenilgiyi göze almak olur. Şimdi geri gidersek Yüzük artık mecburen orada kalacaktır: Bir daha yola çıkamayız. O vakit de eninde sonunda Ayrıkvadi kuşatılacak, kısa ve ıstıraplı bir zamandan sonra da yok edilecektir. Yüzüktayf ları korkunç düşmanlardır, ama Hükmeden Yüzük tekrar efendilerinin eline geçerse kazanacakları gücün ve dehşetin ancak gölgesi sayılırlar henüz."
"O halde yolumuza devam etmeliyiz, tabii eğer bir yol varsa," dedi Frodo içini çekerek. Sam tekrar kedere gömüldü.
"Zorlayabileceğimiz bir yol var," dedi Gandalf. "Ta baştan, bu yolculuğu ilk tasarlamaya başladığımdan beri, bu yolu denememiz gerektiğini düşünüyordum. Fakat hoş bir yol değildir, onun için Grup'a daha önce sözünü etmedim. Aragorn dağdaki geçidi en azından bir denemeden bu yolu seçmemize karşıydı."
"Kızılboynuz Geçidi'nden daha kötüyse gerçekten de berbat bir yol olmalı," dedi Merry. "Fakat bari anlat da, başımızdaki derdi bir an önce öğrenelim."
"Sözünü ettiğim yol Moria Madenleri'ne gidiyor," dedi Gandalf. Sadece Gimli başını kaldırdı; gözlerinde için için yanan bir ateş vardı. Geri kalan herkesin içineyse bir korku düşmüştü. Hobbitler için bile müphem bir korku efsanesiydi bu isim.
"Yol Moria'ya gidebilir, ama Moria'nın içinden geçip dışarıya ulaşacağını nasıl ümit edebiliriz?" dedi Aragorn karanlık bir yüzle.
"Bu uğursuz bir isimdir," dedi Boromir. "Oraya gitmenin gerekliliğini de göremiyorum. Eğer dağlan geçemeyeceksek, benim buraya geldiğim yoldan güneye doğru gidip halkıma dost insanların yaşadığı Rohan Geçidi'ne varalım. Veya oraya da sapmayıp, Isen'den Langstrand ile Lebennin'e geçerek denize yakın bölgelerden Gondor'a ulaşabiliriz."
"Sen kuzeye geldiğinden beri çok şey değişti Boromir," diye cevap verdi Gandalf. "Saruman hakkında anlattıklarımı duymadın mı? Bu mesele bitmeden onunla şöyle bir karşı karşıya gelebilirim. Ama, çok darda kalmadıkça Yüzük'ü İsengard'a yaklaştırmamalıyız. Yüzük'ün Taşıyıcısı ile birlikte gittiğimiz sürece Rohan Geçidi bize kapalı.
"Daha uzun yola gelince: O kadar zaman harcayamayız. Öyle bir yolculuk bir yılımızı alabilir, ayrıca boş ve sığınacak bir yer bulunmayan topraklardan geçmek zorunda kalırız. Üstelik emniyetli de olmaz oralar. Hem Saruman'ın, hem de Düşman'ın gözleri üzerlerindedir. Sen kuzeye gelirken Düşman'ın gözünde sadece Güney'den gelen başıboş bir gezgindin Boromir, onun için mühim değildin: Aklı Yüzük'ün takibiyle meşguldü. Fakat şimdi Yüzük Grubu'nun üyesi olarak geri dönüyorsun ve bizle kaldığın sürece tehlike içinde olacaksın. Çıplak gök altında güneye ilerlediğimiz her fersahla tehlike daha da artacak.
"Gözler önünde dağ geçidini zorlamamızdan sonra korkarım iyice çaresiz durumdayız. Bir süre için ortadan kaybolup izimizi örtmezsek, şahsen artık çok az ümit görüyorum. O yüzden de dağların üzerinden veya etrafından değil, altından gidelim diyorum. En azından, Düşman'ın gitmemizi en beklemediği yol olacaktır bu."
"Onun ne bekleyeceğini bilemeyiz," dedi Boromir. "Akla gelecek gelmeyecek bütün yollan gözlüyor olabilir. Bu durumda, Moria'ya girmek kendi ayağımızla tuzağa düşmek sayılır; bizzat Karanlık Kule'nin kapılarını çalmaktan farksız neredeyse. Moria'nın karanlık bir adı vardır."
"Moria'yı Sauron'un kalesine benzettiğin zaman bilmediğin bir şeyden söz etmiş oluyorsun," diye cevap verdi Gandalf. "Aranızda bir tek ben Karanlık!ar Efendisi'nin zindanlarına girip çıktım; oda sadece eski ve daha zayıf meskeni olan Dol Guldur'daydı. Baraddûr'un kapılarından geçenler bir daha geri dönmez. Ama tekrar çıkma umudu olmasa sizi Moria'ya sokmazdım. Eğer orada orklar varsa bizim için kötü olur, doğru. Fakat Dumanlı Dağlar'ın orklarının çoğu Beş Ordular Muharebesi'nde ya dağılmış, ya da yok edilmişlerdi. Kartallar orkların ta nerelerden gelip tekrar toplanmakta olduklarını haber veriyor, fakat Moria'yı henüz ele geçirmediklerine dair bir ümit var.
"Hatta cücelerin orda olma ihtimali bile var; atalarının derin salonlarından birinde Fundin'in oğlu Balin'i bulabiliriz. Sonuç ne olursa olsun, kişi mecbur kaldığı yolda ilerlemelidir!"
"Ben o yolda yanında olacağım Gandalf!" dedi Gimli. "Orada beni ne bekliyorsa beklesin, gidip Durin'in salonlarını göreceğim eğer sen kapalı kapılan bulabilirsen."
"Yaşa Gimli!" dedi Gandalf. "Beni yüreklendiriyorsun. Gizli kapılan birlikte arayacağız. Ve dışarı çıkacağız. Cücelerin harabelerinde bir cüce elfler, insanlar veya hobbitler gibi kolay kolay yolunu kaybetmez. Gerçi bu benim Moria'ya ilk girişim olmayacak. Thrör oğlu Thrâin kaybolduğu zaman orayı uzun uzun aramıştım. Oradan geçtim ve tekrar canlı olarak dışarı çıktım!"
"Ben de bir kere Gölgelidere Kapısı'ndan geçmiştim," dedi Aragorn düşünceli bir sesle; "fakat ben de dışarı çıkabildiğim halde, hatırası çok kötü. Moria'ya ikinci bir kere girmeye istekli değilim." "Ben bir kere bile girmek istemiyorum," dedi Pippin. "Ben de," diye mırıldandı Sam.
"Elbette ki istemezsiniz!" dedi Gandalf. "Kim ister ki? Fakat mesele şu: Eğer sizi oraya götürürsem, peşimden kimler gelir?" "Ben," dedi Gimli hevesle.
"Ben," dedi Aragorn ağır ağır. "Sen karda felaketin eşiğine kadar benim peşimden geldin ve beni suçlamadın bile. Ben de senin peşinden geleceğim eğer bu son ihtar da fikrini değiştirmezse. Benim düşündüğüm ne Yüzük, ne de içimizden biri şu anda, ben seni düşünüyorum Gandalf. Ve diyorum ki: Eğer Moria kapılarından geçeceksen, kendini kolla!"
"Ben gitmeyeceğim," dedi Boromir; "bütün grubun reyleri bana zıt çıkmadıkça da gitmem. Legolas ile küçük ahali ne diyor? Yüzük Taşıyıcısı'nın da fikrini soracağız herhalde."
"Ben Moria'ya gitmek istemiyorum," dedi Legolas. Hobbitler bir şey söylemedi. Sam Frodo'ya baktı. Sonunda Frodo konuştu. "Gitmek istemiyorum," dedi; "ama Gandalf'ın öğüdüne karşı gelmek de istemiyorum. Rica ederim, önce üzerine bir uyuyalım sonra oylama yapılsın. Gandalf bu soğuk karanlıktansa sabahın ışığında daha kolay oy alır. Rüzgâr nasıl da uluyor!"
Bu sözler üzerine hepsi sessiz bir düşünceye daldı. Rüzgarın kayalar ve ağaçlar arasında ıslık çaldığını duyabiliyorlardı, çevrelerini saran gecenin boş alanlarında da ulumalar ve feryatlar vardı.
Aniden Aragorn ayağa sıçradı. "Rüzgâr nasıl da uluyor!" diye haykırdı. "Kurt sesleriyle uluyor. Varglar Dağlar'ın batısına gelmis!"
"Sabaha kadar beklememize gerek var mı artık?" dedi Gandalf. "Dediğim çıktı. Av başladı! Günün ağardığını görecek kadar yaşasak bile, artık kim peşinde vahşi kurtlarla geceler boyu güneye yürümek ister?"
"Moria ne kadar uzakta?" diye sordu Boromir.
"Kuş uçuşuyla on beş mil, kurdun koşusuyla da yirmi mil kadar mesafede, Caradhras'ın güney batısında bir kapı vardı," diye cevap verdi Gandalf sert bir yüzle.
"O halde kısmet olursa yarın gün ışır ışımaz yola koyulalım," dedi Boromir. "Kulağın duyduğu kurt, yüreğin korktuğu orktan daha kötüdür."
"Doğru!" dedi Aragorn, kılıcını kını içinde gevşeterek. "Fakat vargın uluduğu yerde ork da bulunur."
"Keşke Elrond'un sözünü dinleseydim," diye mırıldandı Pippin Sam'e. "Bir işe yaradığım da yok zaten. Boğakükreten Bandobras'a pek çekmemişim galiba: Bu uluma sesleri kanımı donduruyor. Şimdiye kadar hiç böyle perişan olmamıştım."
"Benim de yüreğim yerlerde sürünüyor Bay Pippin," dedi Sam. "Fakat daha kurtlara yem olmadık, hem aramızda güçlü kuvvetli adamlar da var. İhtiyar Gandalf in kaderinde ne yazılı bilemem ama, bahse girerim ömrü bir kurdun midesinde bitmeyecektir."
Gece boyunca korunabilmek için, altına sığınmış oldukları küçük tepeye tırmandılar. Tepe, koca kayalardan yapılmış parça bölük bir çemberle çevrili yaşlı ve eğri büğrü ağaçlarla taçlanmıştı. Bu çemberin ortasında bir ateş yaktılar, çünkü nasıl olsa karanlık ve sessizliğin onları avlanan sürülerden gizlemesi mümkün değildi.
Ateşin etrafına oturdular ve nöbette olmayanlar huzursuz bir tavşan uykusuna daldı. Zavallı midilli Bili durduğu yerde tir tir titreyerek ter dökmekteydi. Kurtların ulumaları artık etraflarını olduğu gibi sarmış, kah yakından kah uzaktan duyuluyordu. Gecenin en derin vaktinde, tepenin sırtında bir sürü parlak göz belirdi. Bunların bir kısmı taş çemberin dibine kadar yaklaştılar. Kocaman kara bir kurt silueti çemberin boş bir yerinde dikilip grubu süzdü. Sonra, adeta sürüsüne saldırı emri veren bir komutan gibi, tüyler ürperten bir uluma koparttı.
Gandalf ayağa kalktı, asasını kaldırarak iri adımlarla ileri çıktı. "Dinle Sauron'un İti!" diye bağırdı. "Gandalf burada. Eğer o murdar postuna değer veriyorsan çabuk kaç! Bu çembere girmeye kalkışırsan, kuyruğundan burnuna kadar pestile çeviririm seni."
Kurt hırlayarak müthiş bir sıçrayışla üzerlerine atıldı. Tam o anda sert bir kiriş sesi yankılandı. Legolas yayını boşaltmıştı. Korkunç bir çığlık duyuldu, elf okunun sıçrarken yakalayıp boğazını parçaladığı siluet güm diye yere düştü. Onları izleyen gözler aniden söndü. Gandalf ile Aragorn ileri çıktılar, fakat tepe artık boştu; avcı sürüler kaçmıştı. Etraflarındaki karanlık sessizleşti, inleyen rüzgarın taşıdığı bağırtılar dindi.
Gece ilerlemiş, küçülmekte olan ay dağılan bulutların arasından bir parlayıp bir kaybolarak batıya doğru alçalmaya koyulmuştu. Frodo aniden sıçrayarak uyandı. Bir anda konak yerinin etrafında hiddetli ve vahşi bir uluma tufanıdır koptu. Büyük bir varg sürüsü sessizce toplanmış ve aynı anda dört bir yanlarından saldırıya geçmişti.
"Ateşe odun atın!" diye bağırdı Gandalf hobbitlere. "Kılıçlarınızı çekip sırt sırta verin!"
Taze odunların alev almasıyla taştan taşa sıçrayan ışıkta, taş çemberin üzerinden atlayan bir sürü gri siluet gördü Frodo. Siluetlerin ardı arkası kesilmiyordu. Aragorn kılıcının tek darbesiyle iri kıyım liderlerden birinin boğazını deşti; Boromir de kılıcını savurarak bir diğerinin kellesini kopardı. Yanlarında Gimli güçlü bacaklarını açarak dikilmiş, cüce baltasını kullanmaktaydı. Legolas'ın yayı da çınlayıp duruyordu.
Dalgalanan ateşin ışığında Gandalf aniden büyüdü sanki: Tıpkı bir tepeye dikilmiş kadim bir kral heykeli gibi kocaman, ürkütücü bir siluet halinde ayağa kalktı. Bir bulut gibi yere uzanarak yanan bir dal aldı ve kurtların üzerine yürüdü. Karşısındakiler gerilediler. Alevler içindeki odunu ta yukarıya fırlattı. Odun şimşek gibi ani beyaz bir çakıntıyla parladı ve gökgürültüsü gibi gümbür gümbür Gandalf'ın sesi duyuldu.
"Natır an edraith ammen! Naur dan i ngaurhoth!" diye haykırıyordu.
Bir gümbürtü ve çatırtı oldu; Gandalf in üzerindeki ağaç sanki bir anda yaprak ve çiçek açar gibi gözleri kör edici alevlere boğuldu. Ateş ağaçtan ağaca yayıldı; göz kamaştıran ışık bütün tepeyi örttü. Müdafaacıların kılıç ve bıçakları titrek alevleri yansıtıyordu. Legolas'ın son oku uçarken havada tutuştu ve yanarak büyük bir kurt liderinin kalbine saplandı. Geri kalanlar kaçtılar.
Ateş, ardında yalnızca dökülen küller ve kıvılcımlar bırakarak yavaş yavaş söndü; tan vaktinin ilk ışığı belli belirsiz göğü aydınlatırken, keskin bir duman yanık ağaç kütüklerinin üstünde kıvrım kıvrım dolanıp tepeden öteye kara kara savruldu. Düşmanları bozguna uğramıştı, bir daha görünmediler.
"Sana ne demiştim Bay Pippin?" dedi Sam, kılıcını kınına koyarken. "Kurtlara yem olmaz bizimki. Bu onlara ders olmuştur, hiç şüphen olmasın! Kafamdaki saçları bile ütülüyordu neredeyse!"
Sabah tüm aydınlığıyla çöktüğünde kurtlardan tek bir iz kalmamıştı ve ne kadar ararlarsa arasınlar, leşleri bile bulamadılar. Geceki çatışmadan geriye kalan tek belirti, tepenin üzerindeki kömür olmuş ağaçlar ve Legolas'ın oklarıydı. Yalnız ucu kalmış tek bir ok dışında, okların hiçbiri hasar da görmemişti.
"Korktuğum çıktı," dedi Gandalf. "Yabanlıkta yiyecek avlayan sıradan kurtlar değildi bunlar. Haydi, çabuk çabuk bir şeyler yiyip gidelim!"
Geçitten geri çekildiklerinden beri kar yağışına gerek duymayan ve artık yabanda hareket eden şeylerin ta uzaktan görülmelerini sağlayacak berrak bir ışık isteyen bir gücün emrindeymişçesine, o gün hava yine değişti. Gece kuzeyden kuzey batıya dönen rüzgâr şimdi durmuştu. Bulutlar güney yönünde gözden kayboldu; ferah ve mavi gökyüzü belirdi. Onlar yola çıkmaya hazır, tepenin yamacında dururken, solgun bir güneş ışığı dağların tepelerinde panldıyordu.
"Gün kavuşmadan kapılara ulaşmamız lazım," dedi Gandalf, "yoksa korkarım hiç ulaşamayız. Uzak değil, ama dolana dolana gitmek zorunda kalabiliriz çünkü burada Aragorn bize rehber olamayacak; bu topraklardan pek geçmemiştir; ben de Moria'nın batı duvarı altına sadece bir kere gelmiştim, o da çok zaman önceydi.
"Orada işte," dedi güney batı yönlerinde dağların yamaçlarının eteklerdeki gölgelere doğru dimdik indiği yerleri işaret ederek. Uzakta belli belirsiz, sarp çıplak kayalıklar görülüyordu ve bunların tam ortasında da diğerlerinden daha yüksek, kocaman gri bir dağ cephesi vardı. "Bazılarınız belki fark etmiştir, geçitten ayrıldığımızda gerisin geri başlangıç noktamıza değil de güneye doğru yönlendirdim sizi. iyi ki de öyle yapmışım çünkü böylelikle yolumuz birkaç mil kısalmış oluyor; bizim de acelemiz var. Gidelim!"
"Hangisini dileyeceğimi şaşırdım," dedi Boromir asık suratla, "Gandalf aradığı şeyi bulsun mu, yoksa kayalıklara vardığımızda kapıların sonsuza kadar kaybolmuş oldukları mı çıksın ortaya? ikisi de birbirinden kötü görünüyor; büyük ihtimalle de kurtlarla duvar arasında sıkışıp kalacağız. Haydi düş önümüze!"
Moria'ya bir an önce varmak için sabırsızlanan Gimli artık önde, büyücünün yanında yürüyordu. Birlikte Grup'u tekrar dağlara doğru yönlendirdiler. Eski Moria'yı batıya bağlayan tek yol kayalıkların dibinden, vaktiyle kapıların bulunduğu yerden çıkan Sirannon deresi boyunca uzanırdı. Fakat ya Gandalf yolunu şaşırmıştı ya da son yıllarda arazi değişmişti; çünkü dereyi onun hatırladığı yerde, yani yola çıktıkları noktadan birkaç mil güneyde bulamadılar.
Sabah yerini öğlene bırakmaya başlamıştı ve Grup hala kırmızı taşlı çıplak bir arazide ine çıka dolaşıp durmaktaydı. Etrafta ne bir su pırıltısı, ne de su sesi vardı. Her şey çıplak ve kuruydu. Yürekleri karardı. Yakınlarda bir canlı, havada tek bir kuş görünmüyordu; ama bu metruk topraklarda geceye yakalanacak olurlarsa nelerle karşılaşacaklarını düşünmek bile ürkütücüydü.
Önden gidip arayı biraz açmış olan Gimli aniden dönüp Grup'a seslendi. Küçük bir yükselti üzerinde durmuş, sağ tarafı işaret ediyordu. Hızlı hızlı tırmanınca altlarında derin, dar bir kanal gördüler. Kanal boş ve sessizdi, yatağındaki kahverengi kırmızı lekeli taşlar arasından birkaç damla su ancak akıyordu; fakat onlara yakın olan tarafında, harabe halindeki duvarlarla eski ana yolun kaldırım taşlan arasından dolanan pek eski ve silik bir patika vardı.
"Hah! Nihayet bulduk!" dedi Gandalf. "Derenin aktığı yer burasıydı: Sirannon, Kapıderesi, derlerdi eskiden ona. Fakat suya ne olmuş bilmem; eskiden coşkun ve gürültülü bir dereydi. Haydi! Acele etmemiz lazım. Geç kaldık."
Ayaklan ağrıyordu, yorulmuşlardı; fakat dişlerini sıkıp sert ve dolambaçlı yolu millerce sebatla takip ettiler. Güneş öğleni devirip batıya doğru yattı. Kısa bir mola ve acele bir yemekten sonra yollarına devam ettiler. Karşılarında dağlar hiddetle dikilmekteydi, ama patika derin bir yarığı izlediği için sadece yüksek sırtları ve uzakta doğudaki zirveleri görebiliyorlardı.
Sonunda keskin bir dönemece geldiler. Kanalın kıyısı ile sollarındaki arazinin dik yamacı arasında güneye doğru yatmakta olan yol, burada dönerek tekrar tam doğuya doğru ilerlemeye başlıyordu. Köşeyi dönünce beş fersah kadar yükseklikte, tepesi kırık kırık sivri uçlu, alçak ve sarp bir kayalıkla karşılaştılar. Vaktiyle suyu bol ve güçlü bir çağlayan tarafından oyulmuşa benzeyen kayalıktaki geniş bir yarıktan, aşağıya damla damla su akmaktaydı.
"Gerçekten de çok şey değişmiş!" dedi Gandalf. "Fakat doğru yerde olduğumuza şüphe yok. işte Merdiven Şelalesi'nin kalıntısı. Eğer doğru hatırlıyorsam şelalenin kenarlarındaki kayalara oyulmuş basamaklar vardı, fakat ana yol da sola kıvrılıp dolana dolana tepedeki düzlüğe varıyordu. Şelalenin gerisinde ta Moria Duvarları'na kadar uzanan alçak bir vadi bulunurdu; Sirannon'la yanındaki yol da bu vadiden geçerdi. Gelin gidip bakalım, şimdi durum nasılmış!"
Taş basamaklan bulmakta zorluk çekmediler; Gimli hızla yukarı seyirtti, Gandalf ile Frodo da hemen peşinden geliyordu. Tepeye vardıklarında bu taraftan daha ileriye gidemeyeceklerini gördüler, aynı zamanda Kapıderesi'nin kurumasının nedeni de ortaya çıktı. Arkalarında kavuşmakta olan güneş, serin batı göğünü altın pırıltılarına boğmuştu. Önlerindeyse karanlık, durgun bir göl uzanmaktaydı. Gölün kasvetli yüzeyi ne gökyüzünü, ne de kavuşangüneşi yansıtıyordu. Sirannon'un önü kapanmış ve vadiyi doldurmuştu. Bu meşum suyun gerisinde sert yüzleri azalmakta olan ışıkla solmuş, engin kayalıklar yükseliyordu: Nihai ve geçit vermez olarak. Ne bir kapı ne bir giriş izi, ne bir yarık ne bir çatlak görebiliyordu Frodo soğuk ifadeli kayada.
"İşte Moria Duvarları," dedi Gandalf, suyun ötesini işaret ederek. "Kapı da bir zamanlar şuradaydı; Hollin'den gelen, bizim de üzerinden gelmiş olduğumuz yolun sonundaki Elf Kapısı. Fakat bu yol kapanmış. Sanırım aramızdan hiç kimse günün sonunda bu kasvetli suda yüzmek istemez. Tekin olmayan bir görüntüsü var."
"Kuzey tarafından dolanan bir yol bulmamız gerek," dedi Gimli. "tik iş olarak ana yoldan tırmanıp o yolun nereye çıktığını bulmalıyız. Burası göl olmasaydı bile, yük midillimizi bu basamaklardan çıkaramazdık zaten."
"Fakat her halükârda zavallı hayvanı Madenler'e götüremeyiz," dedi Gandalf. "Dağların altındaki yol karanlık bir yoldur ve biz geçsek bile onun geçemeyeceği kadar dar ve diktir yer yer."
"Zavallı Bili!" dedi Frodo. "Bunu düşünmemiştim. Ve zavallı Sam! Acaba o ne diyecek?"
"Üzgünüm," dedi Gandalf. "Zavallı Bili yararlı bir yol arkadaşıydı, şimdi onu böyle başıboş bırakmak içimi yakıyor. Bana sorsanız daha az yükle yola çıkar, yanımıza da hele ki Sam'in bu kadar sevdiği bir hayvanı almazdım. Başından beri bu yolu seçmek zorunda kalacağımızdan korkuyordum zaten."
Grup elinden geldiğince hızla yamaçları tırmanıp gölün kenarına geldiğinde günün sonu yaklaşmış, gökyüzünde ufkun çok üzerlerinde soğuk yıldızlar parlamaya başlamıştı. Gölün eni en geniş yerinde iki ya da üç fersahtan fazla görünmüyordu. Güneye doğru ne kadar uzandığını azalmakta olan ışıkta göremediler; fakat kuzey ucu bulundukları yerden en fazla yarım mil ötedeydi ve vadiyi çevreleyen sarp kayalıklarla suyun kenarı arasında dar bir kıyı şeridi vardı. Aceleyle ilerlediler, çünkü karşı kıyıda Gandalf in hedeflediği noktaya varmak için bir iki mil daha gitmeleri gerekiyordu; sonra da daha Gandalf in kapıyı bulması gerekecekti.
Gölün en kuzey köşesine geldiklerinde, yollarım kesen dar bir çayla karşılaştılar. Yeşil ve durgun bir çaydı, etrafı çevreleyen tepelere doğru balçıklı bir kol gibi uzanmıştı. Yılmadan yola devam eden Gimli suyun sığ olduğunu, kıyıda bilek boyunu geçmediğini keşfetti. Arkasından diğerleri de tek sıra halinde dikkatli adımlarla ilerlediler, çünkü otlarla dolu su birikintilerinin dibinde kaygan taşlar vardı ve bastıkları yerler güven vermiyordu. Karanlık ve pis su ayaklarına değdiğinde tiksintiyle ürperdi Frodo.
Tam Sam Grup'un son elemanı olarak öbür tarafta Bill'i kuru toprağa çekerken hafif bir ses duyuldu: Sanki bir balık suyun durgun yüzeyini kıpırdatmış gibi, bir fısırtı, sonra da bir şapırtı. Çabucak geri baktıklarında suda halkalar gömdüler, solmakta olan ışıkta kenarları siyah, gölgeli halkalar: Gölün açıklarında bir noktadan büyük halkalar dışarı doğru genişliyordu. Bir fokurtudan sonra sessizlik çöktü. Alacakaranlık derinleşti, kavuşan güneşin son ışınlarını bulutlar örttü.
Gandalf artık hızlı adımlarla ilerliyordu, diğerleri de ellerinden geldiğince çabuk çabuk onu izliyordu. Göl ile kayalar arasındaki kuru toprak şeride vardılar: Burası dardı, çok yerde genişliği bir iki metreyi aşmıyordu, sık sık da devrilmiş kayalar ve taşlarla kesiliyordu; fakat sarp kayalığa yapışıp karanlık sudan mümkün olduğunca uzak kalmaya çalışarak ilerlemenin bir yolunu buldular. Kıyı boyundan güneye doğru bir mil ilerleyince çobanpüskülü ağaçlarına rastladılar. Suyun sığ yerlerinde, galiba vaktiyle bu boğulmuş vadiyi kat eden yolun iki yanında uzanan çalı veya çitlerden artakalmış kütükler ve ölü dallar çürümekteydi. Fakat uçurumun dibinde kayalara yakın bir yerde hala güçlü ve canlı iki ulu ağaç duruyordu; Frodo'nun görmüş olduğu veya tahayyül edebileceği çobanpüskülü ağaçlarından çok daha iri iki ağaç. Ağaçların muazzam kökleri duvardan suya doğru yayılmıştı. Uzaktan, Basamak'ın üzerinden bakıldığında heybetli sarp kayaların altında sadece birer çalı gibi görünmüşlerdi; ama şimdi ayaklarının dibine derin gece gölgeleri düşürerek, yolun sonundaki nöbetçi sütunlar gibi sert, karanlık ve sessiz, başlarının üzerinde yükseliyorlardı.
"Evet, sonunda geldik işte!" dedi Gandalf. "Hollin'den gelen elf yolu burada biterdi. Çobanpüskülü o ülke halkının nişanıydı ve bu ağaçları topraklarının burada sona erdiğini işaretlemek için dikmişlerdi; çünkü Batı Kapısı esas olarak Moria Hükümdarları ile ticaretlerini kolaylaştırmak için açılmıştı. Değişik ırktan gelen halkların, hatta cüceler ile elflerin bile, zaman zaman hala yakın bir dostluk kurabildiği, daha mutlu günlerdi o günler."
"Dostluğun zayıflaması cücelerin suçu değil," dedi Gimli. "Suçun elflerde olduğunu da duymadım şimdiye kadar," dedi Legolas.
"Ben her ikisini de duydum," dedi Gandalf; "ve şimdi bu konuda bir hüküm verecek değilim. Fakat ikinizden rica ediyorum, Legolas ve Gimli, en azından dostça geçinip bana yardımcı olun. Her ikinize de ihtiyacım var. Kapılar kapalı ve gizli; onları ne kadar çabuk bulursak o kadar iyi olur. Gece çok yaklaştı!"
Sonra diğerlerine döndü: "Ben ararken, sizler de Madenler'e girmek için hazırlanır mısınız? Çünkü korkarım burada sevgili yük hayvanımıza veda etmek zorundayız. Sert havalar için getirdiğiniz şeylerin çoğunu burada bırakın: Onlara ne içerde, ne de, umarım, dışarı çıktığımızda Güney'e doğru inerken ihtiyacınız olmayacak. Onun yerine her birimizin midillinin taşıdığı şeylerin bir kısmını, özellikle de yiyecek ve su tulumlarını alması lazım."
"Ama zavallı yaşlı Bill'i bu bitip gitmiş yerde bırakamazsınız Bay Gandalf!" diye bağırdı Sam, öfke ve telaşla. "Sözüm söz olsun ki bunu kabul etmem ben. Hayvancık bunca yol geldi bizimle!"
"Kusura bakma Sam," dedi büyücü. "Fakat Kapı açıldığında Bili' ini içeriye, Moria'nın o uzun karanlığına sürükleyebileceğini hiç zannetmiyorum. Bili ile beyin arasında bir seçim yapmak zorunda kalacaksın."
"Önünde ben olduktan sonra, o Bay Frodo'yu ejderhanın inine kadar takip eder," diye karşı çıktı Sam. "Etrafta bu kurtlar dolanırken onu başıboş bırakmak cinayetten başka bir şey değil."
"Umarım cinayetten başka bir şey olur," dedi Gandalf. Elini midillinin başına koyarak alçak bir sesle konuştu. "Koruyan, yol gösteren sözlerim üzerinde olsun. Sen zeki bir hayvansın, Ayrıkvadi'de de çok şey öğrendin. Otu bol yerlere doğru tut yolunu ve zamanla Elrond'un evine var, ya da nereye gitmek istiyorsan oraya. Evet, Sam! Onun da kurtlardan kaçıp eve varma konusunda en az bizim kadar şansı var artık."
Somurtarak midillinin yanında duran Sam karşılık vermedi. Olup biteni gayet iyi anlıyor gibi görünen Bili sokulup burnunu Sam'in kulağına dayadı. Sam bir anda gözyaşlarına boğuldu, hayvanın kayışlarını güç bela açarak tüm yüklerini alıp yere atmaya koyuldu. Diğerleri eşyaları ayırıp, geride bırakabileceklerini bir kenara yığarak kalanları bölüştüler.
Bu bitince dönüp Gandalf a baktılar. Hiçbir şey yapmamış gibiydi. İki ağaç arasında durmuş, sanki gözleriyle bir delik açabilecekmiş gibi sarp kayalığın boş duvarını süzüyordu. Gimli baltasıyla kayanın orasını burasını yoklayarak etrafta dolaşıp durmaktaydı. Legolas'sa bir şey dinlercesine kulağını kayaya dayamıştı.
"Ee, işte biz hazır ve nazırız," dedi Merry; "ama ya Kapılar nerede? Onların izini bile göremiyorum."
"Cücelerin kapılan, kapalıyken görülecek şekilde yapılmaz," dedi Gimli. "Görünmezdirler ve eğer sırları unutulmuşsa kendi efendileri bile onları ne bulabilir, ne açabilir."
"Fakat bu Kapı sadece cüceler tarafından bilinmesi gereken bir sır olarak yapılmamıştı," dedi Gandalf aniden canlanıp onlara dönerek. "Eğer her şey tamamiyle değişmemişse, neyi aradığını bilen bir göz işaretleri bulabilir."
Duvara doğru yürüdü. Tam ağaçların gölgeleri arasında kalan pürüzsüz bir bölgeyi seçip, anlaşılmaz sözler mırıldanarak ellerini buranın üzerinde şöyle bir gezdirdi. Sonra geri çekildi.
"Bakın! "dedi. "Şimdi bir şey görebiliyor musunuz?" Ay artık taşın gri yüzünde parlıyordu; fakat bir süre kadar bu ışıktan başka bir şey göremediler. Sonra yavaş yavaş arifin ellerinin gezinmiş olduğu yüzeyde, taşın içinden geçen ince gümüş damarları gibi hafif çizgiler belirdi. Önceleri solgun örümcek ağlarının ipliklerinden farksızdılar, o kadar inceydiler ki sadece ayın vurduğu yerlerde pırpır ettikleri seçilebiliyordu. Fakat yavaş yavaş desenleri tahmin edilebilecek kadar kalınlaşıp belirginleştiler.
En tepede Gandalf'ın ancak yetişebildiği yükseklikte, bir elf alfabesinin içice geçmiş harflerinden oluşan bir kemer vardı. Altında, çizgiler yer yer silik veya kopuk kopuk da olsa, yedi yıldızlı bir taca temel oluşturan bir örs ve çekicin hatları görülebiliyordu. Bunların da altında, Hilallerle süslenmiş iki ağaç yükselmekteydi. Hepsinden daha belirgin olarak da, kapının tam ortasında bir sürü ışını olan tek bir yıldız parıldıyordu.
"Bu Durin'in arması!" diye bağırdı Gimli. "Bu da Yüksek Elfler'in Ağacı!" dedi Legolas. "Ve Feanor Hanedanı'nın Yıldızı," dedi Gandalf. "Bunlar, sadece yıldız ve ay ışığını yansıtan ve artık Orta Dünya'da çoktan unutulmuş sözcükler söyleyen birinin eli değmedikçe uykuda kalan ithildin'le işlenmiş. Bu sözcükleri çoktandır duymamıştım, hatırlamak için derin derin düşünmem gerekti."
"Yazıda ne diyor?" diye sordu kemerin üzerindeki harfleri çözmeye çalışan Frodo. "Elf harflerini bildiğimi zannederdim, ama bunları okuyamıyorum."
"Bu sözcükler Kadim Günler'de, Orta Dünya'nın Batı'sında konuşulan elf lisanından," diye cevap verdi Gandalf. "Fakat yazıda önemli bir şey yok. Moria Hükümdarı Durin'in Kapıları. Deyiver, dost, öyle gir, diyor sadece. Altında da daha küçük ve daha soluk olarak şunlar yazılmış: Ben, Narvi, yaptım bunları. Hollin'li Celebrimbor bu işaretleri çizdi."
"Deyiver, dost, öyle gir, demekle ne kastediyor?" diye sordu Merry.
"Orası besbelli," dedi Gimli. "Eğer dostsan parolayı söyle, kapılar açılır, sen de içeri girersin."
"Evet," dedi Gandalf, "büyük bir ihtimalle bu kapılara sözler hükmediyordur. Bazı cüce kapıları sadece özel zamanlarda açılır, ya da belirli kişilere açılır; bazılarında ise gerekli zaman ve sözler bilinse bile kilit ve anahtarlara da ihtiyaç vardır. Bu kapıların anahtarı yok. Durin'in zamanında bu kapılar bir sır değildi. Genellikle açık durur, önünde de kapıcılar otururdu. Fakat eğer kapalı iseler, açma sözünü bilen herkes bunu söyleyip girebilirdi. En azından kayıtlarda böyle yazar, değil mi Gimli?"
"Öyle," dedi cüce. "Fakat parolanın ne olduğunu hatırlayan yok. Narvi, zanaatıyla ve bütün soyuyla dünya üzerinden yok oldu."
"Ama sen o sözü bilmiyor musun Gandalf?" diye sordu Boromir şaşkınlıkla.
"Hayır!" dedi büyücü.
Diğerleri yıkılır gibi oldular; sadece Gandalf ı çok iyi tanıyan Aragorn sessiz ve sakin kaldı.
"O halde bizi bu lanetli yere getirmenin âlemi neydi?" diye haykırdı Boromir, karanlık suya ürpertiyle bakarak. "Bize Madenler'den bir kere geçmiş olduğunu söyledin, içeri girmesini bilmiyorsan, bu nasıl oldu peki?"
"İlk sorunun cevabı Boromir," dedi büyücü, "sözcüğün ne olduğunu bilmediğimdir henüz. Fakat bir bakalım hele. Ve," diye ekledi fırça gibi kaşlarının altından gözlerinde bir kıvılcım çakarak, "sen de yaptıklarımın ne işe yaradığını, bir işe yaramadıkları zaman sorgularsın. Diğer soruna gelince: Anlattıklarımdan şüphen mi var? Ya da hiç aklın kalmadı mı? Ben bu taraftan girmemiştim. Doğu'dan gelmiştim.
"Eğer merak ediyor isen söyleyeyim, bu kapılar dışarı doğru açılıyor, içerden ellerinle iterek açabilirsin. Dışardan ise emir büyüsünden başka bir şey açamaz onları, içeri doğru zorlanamazlar."
"O halde ne yapacaksın?" diye sordu Pippin, büyücünün diken diken olmuş kaşlarından cesareti kırılmadan.