top of page
eMaWrRF_edited.jpg

 

     Azeroth'un bulunmasının ardından Titanlar henüz olgunlaşmamış World-Soul'a sahip Azeroth üzerinde hakim olan düzenden memnun bir şekilde Azeroth'un uyanacağı günü beklerken, Sargeras'ın yaptıklarından ve yapacaklarından habersiz olası diğer World-Soul barındıran gezegenleri keşfetmek amacıyla evrendeki arayışlarına geri dönmüşlerdi. Sargeras uyarılarını dikkate almadıkları yetmezmiş gibi bir de kendisine suçluymuş gibi davranan Pantheon'a sırtını dönüp evrenin ücra bir köşesinde Void Lordları ve onların yaratmak istediği karanlık evreni düşünüp durdu. Yaşamına kendi eliyle son vermek zorunda kaldığı yozlaşmış World-Soul barındıran gezegeni düşünüp yaratılışı sorgulamaya başladı. Ona göre evreni kurtarmanın tek yolu bu kusurlu yaratılışın tamamen yok edilmesi ve sonrasında yeniden inşa edilmesiydi. Tüm evreni yaşayanlardan arındırıp sıfırdan yeni bir evren oluşturmak istiyordu. Kim bile bilirdi ki Kâinatın karşılaşacağı en büyük düşmanın amacının aslında Kâinatı korumak olabileceğini.. Sargeras'ın bu işi yapması için bir orduya askeri bir güce ihtiyacı vardı. Bu gücü nerede bulacağını biliyordu bir zamanlar iblisleri hapsetmek için yaratmış olduğu Mardum. Uzun yıllar boyunca Mardum’a hapsedilen Demonlar, gezegenin dolup taşmasına ve kaotik enerjilerle dolup taşmasına sebep olmuşlardı. Fiziksel düzlemde gerçek anlamda öldürülemeyen ve Twisting Nether'a  dönen ruhlarının tekrar beden bulmasıyla sonsuz bir askeri güçtü, Sargeras’ın aradığı da tam olarak buydu. Daha fazla zaman kaybetmeden Mardum’a giden Sargeras Kudretli kılıcı Gorshalach’ı kullanarak gezegeni ikiye ayırdı. Mardum’un parçalanmasıyla ortaya çıkan Fel enerjisi titanın hayal ettiğinden bile daha fazlaydı. Titanlar Fel enerjisine karşı hassas ve korumasızlardı aslında ama Sargerasta tam tersi oldu Kaotik enerjiler bedenini ve ruhunu sarmaladı, gözlerinden yeşil Fel alevleri çıkmaya başladı. Kendisini sarmalayan Fel enerjileri öylesine kuvvetliydi ki Sargeras bu sayede daha önce hiç karşılaşmadığı bir güce de kavuşmuş oldu. Voidlordların Kainatı karanlığa gömmesine engel olmak için yaşamı yok etmeli ve yeniden şekillendirmeliydi. Demonların hepsi Sargeras'dan hem korkuyor hemde biat ediyorlardı. Dahası yaşamın yok edilmesinde rol oynayacak olmanın düşüncesi bile onlar için keyif vericiydi. Böylece Evrenin en büyük ordusu kurulmuş oldu, Sargeras ve liderlik ettiği Burning Legion ordusu hiç zaman kaybetmeden karşılaştıkları ilk gezegene saldırdılar. Bu gezegen World-Soul'a sahip değildi Panteon tarafından çağlar önce düzen getirilen dünyalardan biriydi. Panteon’un gezegeni gözetlemesi için görevlendirdiği Konsteler olup biteni fark edip karşı koymaya çalıştığında onu yok eden de Sargeras’ın ta kendisiydi. 

Bu durumu ilk fark eden Aggramar olmuştu. Burning Leggion'un evrende yarattığı kaosun haberleri kulaktan kulağa yayılmıştı Aggramar'ı en çok yıkan haber ise bu orduların başında Sargeras'ın olmasıydı. Sargeras, tüm evreni yok etmeyi planlıyordu. Bu planın karşısına kim çıkarsa çıksın Panteonun eski üyesi Karanlık titan Sargeras'ın gazabından kurtulamayacaktı. Sargeras karşısına geçip bu durumun nedenini sorduğunda alacağı cevap bu durumdan daha da ürkütücü olacaktı. Aggramar teredüt bile etmeden Sargeras'ın karşısına dikildi ama Sargeras eski Sargeras değildi. Titanlar Fel enerjisine karşı dayanıksızdı ve Sargeras adeta fel saçıyordu. Destansı bir savaş verdiler ikisinin de kılıçları kırıldı Aggramar ağır bir şekilde yaralanığ kaçmak zoruna kaldı. Hemen Pantheon'a haber verdi. Panteon üyeleri öğrendikleri karşısında dehşete düştüler. Kendilerinden biri böylesine karanlık bir amaç edinmiş ve bu amacı gerçekleştirmek uğruna yaşamı yok etmeye çalışıyor olamazdı. Kaybedecek bir anları dahi olmadığını fark eden Titanlar, Sargeras ve Burning Leggion ile yüzleşmek için "Nihilam" adı verilen gezegene gittiler.  Aman'Thul Sargeras'a bu deliliğinden ve karanlık fikirlerinden vazgeçmesini söyledi, ona Azeroth gezegeninden ve içinde barındırdığı muazzam World-Soul'dan  bahsetti. Sargeras'ın fikri değişmedi. Aggramar ise dostunun içinde hâlâ bir iyilik barındırdığına ve bu karanlık yoldan döndürülebileceğine inanıyordu. Bu yüzden silahını bir kenara bırakıp Sargeras’ın yanına gitti. Geçmişte Demonlara karşı gerçekleştirdikleri çarpışmalardan bahsedip titanın görevini hatırlatmaya çalışan Aggramar’ın aldığı cevap ise ölümdü. Öfkeyle eski dostunu tek hamlede ikiye böldü. Sargeras'ın Aggramarı katletmesine şahit olan Pantheon tüm güçlerini kullanarak Sargeras'a saldırdılar. Fakat bu savaşta galip gelen taraf oluşturduğu Fel fırtınalarıyla Titanların bedenlerini kasıp kavuran Sargeras oldu. Son bir hamleyle kâinatın güçlerini toplayan titan Norgannon ise Panteon üyelerinin ruhlarını koruyacak ve onları uzay boşluğuna savuracak bir büyü yaptıysa da bedenleri çoktan kül olmuştu.Bundan sonra karşısına çıkacak ve onu durdurmaya çalışacak bir Panteon

Sargeras.jpg
$.png

olmadığının bilincinde olan Sargeras, Aman’Thul’dan edindiği bilgiler üzerine düşünmeye başladı. Artık Azeroth’un varlığından haberdardı ancak bu dünyanın nerede olduğunu bilmiyordu. Void Lord'lar bu dünyaya ulaşmadan onu bulmalıydı. Panteon Azeroth’tan her ne kadar umutla bahsetmiş olsa da Sargeras’ın fikirleri tam aksi yöndeydi, eğer bu World Soul gerçekten hiç karşılaşmadıkları kadar güçlüyse ve Void tarafından yozlaştırılırsa kâinatta hiçbir kuvvet ona karşı koyamayacaktı. Karanlığın güçleri tarafından ele geçirilip evrenin en tehlikeli varlığına dönüşmeden önce Azeroth yok edilmeliydi. Sargeras her ne kadar olağanüstü bir güce ve zekâya sahip olsa da tüm ordusunu tek seferde kumanda edemiyordu. İblisler ise açgözlü, kana susamış varlıklardı ve hiçbir plan olmadan yalnızca yakıp yıkıyorlardı. Onları idare edecek ve hakkıyla yönetecek liderlere ihtiyacı vardı. Sahip olduğu fel enerjiyi kullanan Sargeras, özünde iblis olmayan diğer varlıklardan da tarafına katacağı ayrı birlikler yarattıysa da hiçbirinin ordularını yönetebilecek kadar güçlü ve zeki olduğunu düşünmüyordu. 

Bu yüzden kendi saflarına katabileceği, stratejik yönü kuvvetli komutanlar bulmak amacıyla yeni bir
arayışa başladı ve bu arayışın meyvesini Argus adındaki gezegende buldu.

Argus

Argus_7.2_Trailer.png

Argus, Kainatı keşfetmek ve gizemlerini çözmek adına büyük bir arayışata olan "Eredar" isimli bir ırka ev sahipliği yapmaktaydı. Eredar büyüye muazzam bir şekilde yatkın ve çok zeki bir ırkdı. Ordularına kumandanlık edebilecek yetilere sahip olduğunu       düşündüğü bu ırkın üç Lider'i vardı. Olağanüstü   derecede zeki ve kendini kâinatın gizemlerini çözmeye   adamış olan Kil’jaeden, diğer canlılardaki potansiyel   gücü fark ederek onlara ilham kaynağı olan   Archimonde ile bilgeliğiyle barışın temsilcisi olan   ruhani önder Velen. Her biri tek başına oldukça iyi   birer liderdi. Eredarın bilgiye olan açlığı, Sargeras’ın   planlarını şekillendirmesinde büyük kolaylık sağladı.   Onların ilime olan bitmek tükenmek bilmeyen merak   duygularına oynayan Sargeras kendi görüntüsüyle   değil, ışık saçan ruhani bir varlık görüntüsüne   bürünerek karşılarına çıktı. Eredarlılara evrenin   gizemini çözme konusunda gerekli yardımı sağlama   sözü vererek iyice akıllarına girdi. Eredar ırkı   Sargeras'a sadakat yemini edecek ve hiçbir canlının   hayal edemeyeceği güçlere ve itibara kavuşacaklardı.   Velen bu teklife her ne kadar kuşkuyla yaklaşsa   da Kil’jaeden ve Archimonde bu teklifi hemen kabul ettiler. Bilge Velen Sargeras'a içten içe güvenmiyordu ve Sargeras hakkında araştırma yapmaya başladı. Şehir tapınağına çekilip meditasyon yapan Velen, tapınakta bulunan ve kadim zamanlarda naarular tarafından halkına hediye edilen ata’mal kristalinin kendisine sunduğu görüyle dehşete düştü.  Eğer eredar ırkı Sargeras’a bağlılık yemini ederse nasıl karanlık bir yola gireceklerini ve halkının nasıl tek tek birer iblisle dönüşeceğini görmüştü.

Gördüklerini Kil’jaeden ve Archimonde’a anlatıp onları uyarması hiç bir anlam ifade etmeyecekti verilen vaatlerle gözleri kör olmuş bu iki Lider Velen'in bu görüsüne inanmayacak hatta kendisini öldürecekleri korkusuyla sessiz kaldı. Umutsuzluğa düşen Velen’in yardımına ise bir naaru olan K’ure yetişti. Velen’e, ata’mal kristalini ve halkından kendisi gibi düşünenleri yanına almasını söyledi. Böylece Sargeras’a güvenmeyip bağlılık yemini etmeyen Velen, güvendiği dostu Talgath’ın da yardımıyla Argus’tan kaçmak isteyenleri topladı. Sayıları yalnızca birkaç yüzü bulan takipçilerini yanına alıp K’ure ile buluşacakları yere giden Velen, Talgath kendilerine ihanet ederek olup biteni Kil’jaeden’a anlatmıştı. Kil'jaeden, Velen ve veraberinde kaçmak için gelen Eredarlıları katletmek için karşılarında duruyordu. Velen ve ufak bir grup Genedar isimli uzay gemisiyle kaçmayı başarsa da eşi çocuğu ve birçok Eredar'lı onlar kadar şanslı değildi. Eşi ve onlarca Eredar'lı oracıkta katledilirken çocuğu ise kaçırıldı. Argus’tan kaçabilen bu halk isimlerini de geçmişte ki gibi geride bırakarak kendilerine Draenei adını verdiler. Ama Kil'jaeden bu duruma çok büyük bir ihanet gözüyle bakıp Velen ve beraberindeki Dreanei'ları öldüeceğine dair yeminler etti. Ve bu görev için Talgath'ı görevlendirdi. Draeneiler gezegen gezegen gezip yakalanma korkusuyla hiçbiryerde yerleşik hayata geçemediler. Sargeras Kil'jaeden'a yeni yerler keşfetme görevini verirken Archimond'a ise Burning Legion ordularının komutanlığı görevini verdi. Kendilerni takip edenlere Man'ari adını verdiler. Argus artık tamamen Burning Legion yönetimine geçmiş oldu. Yeni ırkları saflarına katıp durdu Burning Legion zamanla ordularında Doomguardlar, Felguard'lar, Hellguard'lar, Moar'g'lar, Natherzim'ler, Imp'ler, İnfernaller ve daha niceleri artık bu büyük ordunun birer parçası haline gelmişti..

March_of_the_Legion2_edited.jpg

Sargeras Kil’jaeden ve Archimonde’u saflarına katmayı başarmıştı, Titanlardan Azeroth hakkında bilgiyi de almıştı tek eksik Azeroth'u bulmak kalmıştı. Bu Sırada Azeroth'da Keeper'lar bişeyler hisetselerde tam anlamıyla neler olduğunu anlayamamışlardı. Titanlar'a ulaşmak istediler ama herhangi bir cevap alamadılar. Sargeras bedenlerini yok etmiş olsa da Titanlar Norgannon sayesinde son anda ruhlarını korumayı başarmışlardı. Evrenin uzay boşluğunda ruhları Azeroth'a doğru yol almaya başlamıştı amaçları kendi yarattıkları Keeper'ların Bedenlerini ele geçirip tekrardan yaşamlarına devat etmekti. Fakat Azeroth'a vardıklarında düşündükleri şey gerçekleşmedi çünkü Keeper'lar Pantheon’un tüm gücünü taşıyabilecek potansiyele sahip değillerdi. Pantheonun Ruhları Keeperlara çarpıp uzay boşluğuna bilinmezliğe doğru savruldular. Keeperlar birşeyler hissetselerde anlam veremediler bu duruma değişik hislere kapılıp acayip hissettiler. Bu sırada Ulduar’ın altına hapsedilmiş olan Yogg-Saron Keeperlar'ın bir anda karmaşıklaşan hislerinin farkına vardı. Hapis hayatı sürdüğü sayısız yılın ardından esaretinden kurtulabileceği fırsatı yakalamış olduğuna inanan Yogg-Saron gardiyanlarını zayıflatacak sinsi planlarını yapmak için harekete geçti. Forge of Wills'in yapısını bozarak yaratılan canlıların da yapısını bozmak istiyordu, böylelike taştan ve metalden yaratılmış olan halkı zaman içerisinde değişim geçirecek ve ete kemiğe bürüneceklerdi dolayısıyla Yogg Saron'un kolayca ortadan kaldırabileceği şekilde güçsüzleşeceklerdi. Ancak bu planı gerçekleştirebilmesi için kullanabileceği bir varlık bulmalıydı. Loken Pantheon’un sessizliğinden çok rahatsız olmuştu tabi bu durum Yogg-Saron’un dikkatinden kaçmadı. Old-God Loken’ın zihnine karanlık düşünceler fısıldayıp durdu başlarda Loken bu dduruma tepki vermesede zamanla umutsuzluğun pençesine daha fazla düşüp kardeşi Thorim’in eşi Vrykul Sif ile görüşüyordu. Düşüncelerini ve endişelerini onunla paylaşıyordu. Gizli yaptıkları bu görüşmeler sırasında aralarında yasak bir aşk filizlenmeye başladı. Yogg-Saron da bu fırsatı kaçırmayıp Keeper'ın zihnine Sif’e olan sevgisini bir takıntıya dönüştürmesine yol açacak şekilde fısıldadı ve bir süre sonra Loken’ın gittikçe artan zorlayıcı tavırları Sif’i bunaltmaya başladı. Loken’a birbirlerine karşı hissettiklerini açıkça ortaya koyma taraftarıydı fakat Sif eşi Thorimin bu durumu öğrendiğinde vereceği tepkiden korkuyor ve bu fikre karşı çıkıyordu. Loken’ın ısrarlarına daha fazla dayanamayan Sif Loken ile olan ilişkisini tamamen bitirme kararı aldı. Kendisini sevdiği kadını kaybetme düşüncesiyle çılgına dönen Loken anlık deliliğinin sonucunda Sif’i öldürdü.Her ne kadar vicdan azabı ve pişmanlık duysa da olan olmuştu. Sif’e gerçekte ne olduğunu kardeşine anlatmaya niyetli değildi ve ölümünü örtbas edecek bir plan yapmalıydı. Tam da bu anda Sif’in ruhu karşısında belirdi Loken’ı affettiğini söylüyor ve Thorim'in gerçeği öğrenmemesi için bir plan yapması gerektiği konusunda uyarıyordu. Loken bu işte bi terslik olduğunu hissetse de yaptığı bu aptallığın Thorim tarafından öğrenileceği korkusu daha ağır basıyordu. Sif’in ruhunun da verdiği taviyelerle Sif'in cansız bedenini Storms peak adlı bölgeye götüren Loken, ardından vakit kaybetmeden kardeşi Thorim’e giderek eşinin Frost Giant kralı Angrim tarafından öldürüldüğü haberini verdi. Vakit kaybetmeden eşi Sif'in cesedinin yanına giden Thorim kahrolup deliye döndü.

Duyduğu öfke ve yasla Angrim’i ve beraberindeki birçok Frost Giant'ı öldürdü. Savaş bu kadar ile sınırlı kalmadı  Storm Giant'lar Thorimin tarafındaydı Frost Giant'lar ile olan bu savaşa onlarda katıldılar. Devlerin savaşı devam ederken Loken iyice karanlıklaşan Sif'in her dediğini sorgulamadan yapmaya başlamıştı. Sif’e göre Loken vakit kaybetmeden Forge of Will's'i kullanmalı ve kendisine ait bir ordu yaratmalıydı; böylece Ulduar’ı savaşan devlerin gazabından koruyabilecekdi. Sif’in ruhu Loken’ı öylesine etki altına almıştı ki kardeşi Thorim’i bu savaşın tek sorumlusu olarak suçlamaktan çekinmedi. Öfkesinin mantığına gölge düşürdüğünü kardeşine haykırdı Loken daha da ileriye giderek eğer Sif bu olup biteni görseydi senden utanırdı demesinin üzerine Thorim büyük bir pişmanlık içerisinde Ulduar'ı terk etti. Loken ise bu fırsatı değerlendirip Forge of Will's de kendisi için bir ordu yaratmayı başardı. Bu orduyla devlere saldıran ve onları alt etti Loken. Ancak bir süre sonra kendi yarattığı savaşçılar arasında daha önce karşılaşmadığı bir durumu fark etti ne olduğunu anlamlandıramadığı bir hastalık bedenlerini ve ruhlarını ele geçirmişti. Sif'e danşımak için bir çok kez denese de bir cevap alamadı, zamanla acı gerçeği fark etti. Sif’in ruhu aslında yoktu bu Yogg-Saron’un yarattığı bir ilüzyondan başka birşey değildi. Loken Old-God'ın tuzağına düşmüştü. Yaptıklarının yarattığı

pişmanlık ve bir kukla olarak kullanılmış olmanın getirdiği hayal kırıklığıyla iyice aklını yitiren Loken için artık önemli olan tek şey, gerçekte yaşananları herkesten saklamaktı. Bu amaç doğrultusunda diğer Keeperları alt etmesi gerektiğini bilen Loken’ın bu yoldaki en büyük engeli ise Odyn ve beraberindeki Valarjar ordusuydu. Ancak Odyn'e doğrudan bir saldırı yapması ölümcül bir hata olacaktı Bu yüzden başka bir plan yapmak zorundaydı bunun üzerine Odyn’in zorla val’kyr yaptığı büyücü Helya ile iletişime geçti.  Helya Odyn'in istediklerini yapmak zorunda olsa da düşünmeye ve hissetmeye devam ediyordu Odyn’e karşı beslediği kin de her geçen gün dahada artıyordu.

Thorim Sif.jpg

Bunu fırsat bilen Loken, Helya’ya seslendi ve onunla bir anlaşma yapmak istediğini söyledi. Eğer Halls of Valor'un bağlantılarını dış dünyaya tamamen kapatabilirse Odyn’in Helya üzerindeki kontrolünü kıracak ve onu serbest bırakacaktı. Helya bu intikam fırsatını tereddütsüz kabul etti

Helya elemental lordları hapsetmek için kullandığı tekniğin aynısını kullanarak Halls of Valor'u sonsuza kadar kilit altında tutacağı büyülü mühürleri yarattı. Loken da sözünde durarak özgürlüğünü val’kyr büyücüye geri verdi. Helya çok zaman geçmeden kendisi ve diğer val’kyrler için yeni bir ev olacak bir mekan yarattı ve burayı Azeroth’un derin sularına bağladı. Ancak zamanla Helya’nın düşünceleri ve iradesi uzun yıllar boyunca hissettiği nefret ve intikamla kararmış ve zamanla yarattığı “ev” de kişiliğinin bir yansımasına dönüştü. Helheim’a ulaşan vrykul ruhları da zaman içerisinde bu karanlığın pençesine düşerek intikam arayan Kvaldir adında canlılara dönüştüler. Odyn ve Valarjar’ın hapsedilmesinden sonra dikkatini Ulduar’a çeviren Loken, Mimiron’un yeni yaratılan titan-yapımlarındaki hastalığı araştırmaya başladığını fark etti. Loken bişeyler yapmalıydı yoksa yaptıkları açığa çıkacaktı bu yüzden Mimiron'u öldürmek zorundaydı. Çok geçmeden Mimiron'u kaza süsü vererek öldürdü. 

Mimiron’a gönülden bağlı olan Mechagnomelar ise Keeper’ın ruhu yok olmadan bu ruhu barındırabilecek mekanik bir beden yaptılar. Ancak Mimiron ölmesinin üzerine aklını yitirip kendini Ulduar'a kapatıp buluşlar yapmaya adadı. Loken diğer bütün Keeperları da alt etmesi gereğtiğini biliyordu. İlk olarak Freya’ya ve beraberindekilere saldırdı onu kısa sürede alt ederek Ulduar’daki bahçelere kapattı. Ardından Hodir’e savaş açan Loken onu da kolayca mağlup ederek aynı Freya’ya yaptığı gibi Ulduar’a hapsetti. Old-God Yogg-Saron ise hapsedilen Keeperlar’ın ruhlarını ve zihinlerini ele geçirerek iradelerinin zayıflamasını sağladı.

Freya-1.png

Freya

$.jpg

Odyn

Ulduar çevresindeki Keeperlardan geriye sadece Tyr ve Archaedas kalmıştı. Tyr ve Archaedas'ın kaçmaktan başka şansları yoktu beraber  Storms Peak dağlarına kaçtılar. Ulduar'ın tek hakimi artık Loken'di. Loken ilk olarak Forge of Wills'i söndürdü ve emrindeki titan yapımı canlıları da Storms Peak doruklarına sürgün edereken Ulduarın dış dünya ile bağlantısı kesti. Keeperlar arasında bir tek Ra Ulduar'dan uzaklarda güneyde yaşıyordu. Ulduar’da olan bitenlerden sonra Ra’nın neden kuzey topraklarına gelmediğini merak eden Loken,Keeper'ı bulmak için kuvvetlerini gönderse de mogu, tol’vir ve anubisatlardan öğrenebildiği tek şey Keeper'ın ortadan kaybolduğuydu. Ra’nın kayıplara karışmasının ise çok önemli bir nedeni vardı Keeperlar arasında Titanlara ne olduğunu fark eden bir tek kendisiydi. Titanların öldüğünü anlayan Ra  Aman’Thul’un kendisinden geriye kalan gücün tamamını toplayarak Pandaria adasında ki "Vale of Eternal Blossom" adında ki bölgeye giderek yer altı mezarlıklarına çekildi. Ulduar'an kovulan Vrykul'lar, Earthen'lar ve Giantlar kuzeye yayıldılar. Hodir'i alt etme görevininde başarıyla işlerini yapan Fire Giant'lar'dan ikisi olan İgnis ve Volkhan Storms Peak dağlarını mükafat olarak istiyorlardı. Fakat onlarında gelişip hükmetmek isteyen her ırk gibi bir orduya ihtiyaçları vardı. Bu orduyu vrykullardan oluşturmaya karar verdiler onlara zırh yapmaları içinde Lav Golemler yarattılar. İlk saldırılarını kendi hallerinde yaşayan barışçıl earthen ırkının evleri bildikleri mağaralarına yapıldı. Earthen'lar Tyr, Archaedas ve Ironaya’dan yardım istediler. Her ne kadar Keeper'ların yardımıyla saldırıları püskürtmüş olsalar da saldırılar dur durak bilmiyordu. Başka bir çıkar yol olmadığını ve sadece kendilerinin bu saldırıları durduramayacaklarını anlayan Tyr, vakit kaybetmeden beş Dragonflight liderinden yardım istediler. Hiç düşünmeden bu yardım teklfini kabul edip karşı saldırıya geçen Alexstrasza, Malygos, Nozdormu, Neltharion ve Ysera Winterskorn kuvvetlerini dize getirmeyi başardılar. Bu vrykulların tekrar bir tehdit olmasını engellemek isteyen Ysera ve Nozdormu onları uykuya daldıracak bir büyü yaptılar. Winterskorn’un da alt edilmesinden sonra Tyr, dikkatini tekrardan Ulduar’a çevirdi. İlk iş olarak Loken’ın yaptığı her şeyi detaylarıyla öğrenmek istedi ve bunun için de Ulduar’da bulunan Azeroth tarihini kayıt altına alan Norgannon’un Diskleri’ni edinmeleri gerekiyordu. Tyr bizzat Ulduar’a giderek Loken’in karşısına dikildi. Loken Tyr ile doğrudan savaşmak yerine onu ikna ederek alt etmeyi planlıyordu. O böyle hain planlar yaparken Try'ın planı takır takır işliyordu bu esnada Archaedas ve Ironaya gizlice Ulduar’a sızarak Norgannon'un disklerini çalmışlardı. Tyr da Loken'ı uyutup ordan kaçmıştı Archaedas ve Ironayayı da yanlarına alarak güneye doğru gitme kararı verdiler. Disklerin çalındığını öğrendiğinde Loken muazzam bir korku ve panik yaşadı. Eğer Tyr ve müttefikleri olup bitenleri Algalon’a gösterirlerse hayatının sonlandırılacağının farkındaydı bu yüzden de onları durdurmak için bir şeyler yapmalıydı. Ne yapabileceğini düşünen Loken en sonunda çağlar öncesinde Yogg-Saron ile birlikte Ulduar’ın içerisine gömülen n’raqi kuvvetlerinin C’Thraxxi olarak adlandırılan kadim komutanlarının mezarlarını açarak onları diriltti. Zakazj ve Kith’ix adındaki bu iki C’Thraxxi Yogg-Saron'u hissettikleri anda hiç düşünmeden hizmetlerini sunmaya yemin ettiler. Güney topraklarına ilerleyen Tyr ve takipçilerini bitmek bilmez bir azimle takip eden iki C’Thraxxi açık bir alanda onları yakaladılar. Güçlü olduklarının bilincinde olan Tyr Archaedas ve Ironya'ya kendini bırakıp yollarına devam etmelerini istedi  Bunun bilincinde olan Tyr, Archaedas ve Ironaya’dan kendisini orada bırakıp daha güneye ilerlemelerini istedi. Böylece kendisi iki düşman kuvvetle çarpışırken müttefikleri de güvenle kaçabileceklerdi. Tyr ile C’Thraxxi komutanları arasında geçen muazzam savaş uzun bir süre devam etti.  Fakat kazanamayacağını anlayınca zor bir karar vererek kendini feda edip büyük bir patlama yarattı, C'Thraxxi orduları ve komutanlarını yok etmişti. Tyr’in fedakârlığını onurlandırmak isteyen Ironaya bu bölgeye “Tirisfal” adını verdi anlamı iste "Tyr’in Düşüşü" idi. Vyrkullar bu durumdan çok etkilendiler bu bölgeyi koruyup Tyr'ı onurlandırmak adına bu bölgede kaldılar. Ironaya ve Archaedas kalan kuvvetlerle beraber Uldaman'a doğru yollarına devam ettiler. Uldaman’a vardıklarında Archaedas ve Ironaya toprak ve büyü üzerindeki hakimiyetlerini kullanarak şehri genişlettiler ve Norgannon’un Diskleri’ni de derinlere sakladılar böylelikle Azeroth’un tarihini güvende kalacaktı.

Bu sırada kuzeyde geriye kalan Vrykul klanları zaman içerisinde Kalimdor’un kuzey topraklarına daha da yayılarak hakimiyetlerini kurdular fakat Tenin laneti onlarda da kendini belli etmeye başladı onlarda güçlü birer savaşçı olarak kalmak için Proto-Dragonları köleleştirip binekleri olarak kullanmaya başladılar. Bir süre sonra Tenin Lanetinden dolayı Vrykul kadınları küçük, zayıf ve çelimsiz çocuklar doğurmaya başladılar.  Vrykulların Kralı Ymiron’a göre bu lanetin sebebi Keeperlardı ve yapabilecekleri hiçbirşey yokdu bazı Vrykullar doğan çelimsiz çocukları güneye götürüp orda yaşayan ırkdaşlarına verip kuzeye geri döndüler. Ymiron ve beraberindekiler bu hastalığa çare bulunana kadar kendilerini bir büyü yardımıyla süresiz uykuya daldırdılar. Vrykulların biçimsiz olan çocukları şu an yaşamakta olan insan ırkının atalarıydı aslında. 

thanes_by_thewarlock66-d65r3q8_edited.jp

Yogg-Saron’un planları işe yaramış gibi gözükse de hesaba katmadığı birşey vardı o da fiziksel olarak güçsüz olan bu insan ırkının yüksek derecede cesaret ve kahramanlık gibi ruhani özelliklere sahip olmasıydı..

Dünya şekillenmeye devam ediyor yeni ırklar her geçen gün artıyordu İnsanlar ve Orklar arasındaki ilk savaşdan on bin yıl önce, Azeroth dünyası etrafı denizlerle çevrili dev bir tek kıtadan oluşuyordu. Kalimdor denilen bu dev kıta, dünyanın şartlarında yaşamaya çalışan birçok ırkın ve yaratığın yuvasıydı. Bu kıtanın ortasında inanılmaz güçleri olan bir göl bulunurdu. Bu göle daha sonra Sonsuzluk Kuyusu dendi ve dünyanın içindeki büyünün gerçek kaynağı bu göldü. Sonsuzluk Kuyusu güçlerini Dev Karanlık’tan alırdı ve dünya üzerine saçardı.

2xrDuI5.jpg

Zamanla, dünyada bu gölden etkilenen yaratıklar, göl kıyısına ilkel evler kurmaya başladılar. Gölün kuvvetleri bu yaratıkları güçlü, akıllı ve neredeyse ölümsüz yaptı. Bu yaratıklar daha sonra kendilerine Kaldorei dediler, anlamı yıldızın çocuğuydu. Kendi gelişimleri ile birlikte dev binalar ve tapınaklar inşa ettiler. Kaldorei veya daha sonra bilinen isimleri ile Night Elfler, Ay Tanrıçası olarak bilinen Elune’a taptılar ve onun gündüzleri Sonsuzluk Kuyusu’nun dibinde uyuduğuna inanırlardı. İlk Night Elf rahipleri ve bilgeleri kuyu üzerinde çalışarak, onun gücünü nasıl kullanabileceklerini anlamaya çalıştılar. Night Elfler gittikçe gelişerek, Kalimdor’un büyük bir bölümüne yayıldılar, onları

durduran şey ise Dev Ejderler oldu. Bu dev yaratıklar bölgelerini korumak adına çok titizdiler. Night Elfler daha sonra anladılar ki, Ejderler bu dünyayı koruyorlardı ve bu yüzden onları sırları ile yalnız bıraktılar.Zamanla, Night Elfler daha fazla bencil olmaya başladılar. Çünkü çok güçlenmişlerdi ve birçok yaratıkla arkadaşlık kurmuşlardı. 

Bunlardan en ünlüsü Cenariusdu. Bir Yarı tanrı olan Cenarius, Night Elflere doğayı anlattı ve öğretti. Kaldorei yaşayan ormanlarla bu şekilde bir empati kurmaya başladı ve doğanın dengesini bozmamayı öğrendi. Sayılamayacak kadar çok çağ geçtikten sonra, hem kültürel hem de alan olarak gelişti Night Elfler. Tapınakları, yolları ve muhteşem binaları ile Kalimdor’a hakim bir ırktılar. Azshara, Night Elflerin güzel ve akıllı kraliçesi, gölün kıyısına dev gibi harika bir saray inşa ettirdi ve oraya Hizmetkarları ve arkadaşları ile birlikte yerleştiler. Hizmetkarlarına Azshara Quel’dorei ya da bilinen ismi ile Highborne dendi. Bu Highborne, Azshara’nın dediklerini bire bir yerine getiren seçkin bir gruptu. Azshara her Night Elf tarafından sevilen birisiydi ancak, Highborne her zaman kendilerinden başka hiçbir Night Elf’ten hoşlanmadı.

Rahiplerin, Sonsuzluk Kuyusu ile ilgili bilgilerini, Azshara Highborne’a vererek, bu gizlerin ortaya çıkartılması ve bu dünyanın asıl amacının öğrenilmesini istedi. Highborne bu işle uğraştılar ve Kuyu’yu kullandılar. Deneyler sürdükçe, Highborne kuyunun hem yaratmak hem de yok etmek için kullanılabileceğini gördü. Highborne kendini kuyuya bıraktıkça büyünün içinde onu kullanmaya çalışırken buldular kendilerini. Büyünün kontrollü ve sorumluluk gerektiğini bilmeden, Azshara ve onun Highborne’u büyü kullanmaya başladığında bozulumun içine girdiler. Cenarius ve birçok bilge Night Elf, büyünün sınırsızca kullanımının zararları olabileceğini söylediler. Ancak Azshara ve onun takipçileri inatla büyü kullanmaya devam ettiler.

hwd0baw6sz411.png

Queen Azshara

Tüm bu olaylar olurken Night elf toplulukları büyüyüp gelişip Val’Sharah adında bir bölgeye yayılmaya başladılar. Bu sırada Val’Sharah'ın 

Lorlathil isimli kasabasında dünyanın kaderini değiştireceklerinden habersiz iki erkek kardeş dünyaya geldi. Stormrage kardeşlerden büyük olan Malfurion diğeri ise yıllar sonra "ihanet eden" lakabını alacak olan İllidan'dı.. Illidan ve kardeşi Malfurion yakın arkadaşları Tyrande Whisperwind ile Suramar’da büyüdü. Tyrande ve Malfurion yaşam amaçlarını hızlı bir şekilde bulurken, Illidan bir amaç arayan gezgindi. Kehribar rengi gözleri büyük bir kaderin ve druid potansiyelinin bir işaretiydi ama druid güçlerinde ustalaşan Malfurion oldu. Illidan, Highborne büyüleri talim etti ve kaderini ararken Kur’talos Ravencrest için kişisel büyücü oldu. Zamanının çoğunu çok sevdiği Druidizm çalışarak geçiren Malfurion, Azshara ve Highborne’un korkunç bir güç tarafından bozulmaya başladığını hissetti. Highborne’un anlamsızca kullandığı her büyü dünyadan öteye evrenin her tarafına yayılan bir sinyal gibi gitti ve bir gün Sargeras bunları fark etti ve gözleri evrende ufacık olan bir dünyaya çevrildi: Azeroth’a. Buradaki sonsuz enerjileri hisseden Sargeras, inanılmaz bir açlıkla bu gücü ele geçirmek için Burning Legion’u dünyayı ele geçirmesi için Azeroth’a gönderdi. Sargeras, Burning Legion’u gönderdikten sonra Azeroth dünyasına gitmek için yola çıktı. Legion milyonlarca çığlık atan bağıran ve yok eden bir yaratık grubuydu ve hepsi fetih için aç kurtlar gibi beklemekteydiler. Sargeras’ın yardımcıları Archimonde ve Mannoroth dev ordularını savaşa hazırladılar. 

830612.jpg

Sargeras, Azeroth İstilası’na başladı. Savaşçı yaratıklar Burning Legion adına etrafı yakıp yıkmaya başladı ve Night Elfler’in sessiz şehirlerini kuşattılar. Archimonde ve Mannorth’un Ordusu her taraftaydı. Arkalarında sadece kül ve göz yaşı bırakarak ilerlediler. Kalimdor’un Tapınaklarına dev meteorlar çarparak, Dev Infernaller dünyaya indi. Doomguardlar her tarafta yıkım yarattı. Nigh't elfler yıkım ve çaresizlikle başbaşa kalmışlardı. Cesur Kaldorei savaşçıları her ne kadar kendi dünyalarını korumak için herşeylerini verselerde dur durak bilmeden gelen Burning Legion orduları karşısında çaresizlerdi. Kraliçeleri tarafından ihanete uğrayan Malfurion Stormrage halkını kurtarmak için birşeyler yapmak zorundaydı kendi başına birşey yapamayacağının farkındaydı. Malfurion Stormrage yardım çağırmak için eski ejderhalara ulaşmalıydı bunun için ise ilk yapması gereken şey druidizmi öğrendiği yarı Tanrı Cenariusdan yardım istemekdi. Ama yanlız başına gitmeyecekti...

Malfurion Stormrage yanına kardeşi ve çocukluk arkadaşı genç ve güzel rahibe Tyrandeyi de alarak Cenarius’u bulmak için yola koyuldular. İllidan'ın zihninde sürekli bir güç arayışı vardı. Illidan bu gücü ararken, aklında her zaman yalnızca bir kişi vardı; Tyrande. Sık sık onu büyüleriyle etkilemeye çalışsa da, Tyrande hiç oralı olmuyordu. Illidan’a göre, güçlü büyü neredeyse her şeyi ifade ediyorken Tyrande içinse bir anlam ifade etmiyordu. Ne yazık ki Tyrandenin aklında tek bir night elf vardı o da Malfurion'du. İllidan Tyrande’ı ikiz kardeşinin kollarında gördüğündeyse kahroluyordu ama şu an için daha büyük bir sorun vardı o da Burning Legion tehditi.. Çok geçmeden Hyjal dağının gizemli bahçelerinde Cenariusu buldular ve olanları anlattılar. Cenarius, eski ejderhaları bulmak konusunda, Night Elflere yardım etmeyi kabul etti. 

789a278bf778ea5ff5bfdc8a984bcf95.jpg
Warcraft-video-games-women-Tyrande-Whisp

Tyrande
 

Alexstrasza, Ejderhaların lideri ordusunu göndermek ve Legion’u durdurmak konusunda hem fikirdi. Cenarius, ormanların ruhlarını çağırarak, eski ağaç adamlarından bir ordu kurdu Ejderlerle birlikte Legion’a topyekün saldırdılar fakat düşmanın güçleri sınırsız gibiydi dirençleri kırılmıyordu . Bu şekilde saldırmalarına rağmen, Burning Legion’un buradan sadece fiziksel güç ile kovulamayacağını anlayan Malfurion başka  şeylere yöneldi. Dev savaş Azshara’nın şehrine doğru ilerlerken, Delirmiş Kraliçe, Sargeras’ın gelmesini bekledi. Bu arada Sargeras da, Kapıdan geçmek için hazırlanmaktaydı. Azshara bundan sonra Highborne’u alarak ayin düzenleyerek Kuyu’nun üzerine gelen en büyük gölgeyi yarattı. Bu gölge Sargeras’ın gelmesi için yapılıyordu… Kalimdor’un yanan toprağında savaş devam ederken, olaylar tersine döndü. Zamanla kaybedilen bilgilere rağmen genel olarak, Neltharion adı verilen ejderha (Dünyanın Koruyucusu), Burning Legion’un gücünden etkilenerek deliye döndü. İsmini Deathwing olarak değiştirerek diğer bütün ejderhalara savaş açtı. Deathwing’in bu ani taraf değiştirmesi diğer beş Ejderhayı öyle etkiledi ki asla bu etkinin yarası kapanmadı. Yaralanmış ve şaşkın Alexstrasza ve ejderhalar, ölümlüleri bırakıp geri çekilmeye zorlandı. Böylece Malfurion ve arkadaşları, sayıca çok azaldılar. Umutsuzdular. Malfurion daha sonradan anladı ki bütün bu savaşın nedeni Sonsuzluk Kuyusuydu ve bunun yok edilmesi gerektiğini kendine ikna etti. Savaş arkadaşları Kuyu’nun ölümsüzlüklerinin ve güçlerinin kaynağı bildikleri için çok korktular. Ancak Tyrande Malfurion’un teorisindeki anlamı gördü ve Cenarius ve onların arkadaşlarını Azshara’nın Tapınağına son bir saldırıya ikna etti. Böylece Kuyu’yu iyilik için kapatmanın bir yolu bulunabilirdi belki de… Kuyunun yok edilmesi ile bir daha büyü kullanamayacağını bilen Illidan bencilce grubunu bırakıp Highborne’u Malfurion’un planına karşı uyarmaya gitti. Tutkusunun önüne geçemeyen ve bu yüzden delirme noktasına gelen ve Tyrande’nin Malfurion’a olan sevgisini gören Illidan bu yaptığından hiç pişmanlık duymadı ve Malfurion’u yalnız bıraktı. Sonradan Illidan, Kuyu’nun devamını sağlamak için her şeyin yapılmasını emretti. Kardeşinin ayrılışından büyük üzüntü duyan Malfurion saldırı için Azshara’nın Tapınağı’na gitti ve Büyük Avlu’da Highborne’un son büyünün ortasında olduğunu gördü. Bu korkunç büyü, Kuyu’nun ortasında bir girdap oluşturdu. Sargeras’ın gölgesi yavaş yavaş Kuyu’da belirmeye başladığı anda Malfurion saldırıya geçti. Azshara, Illidan’ın uyarısını aldığında çoktan onlara karşı hazırlıklı olduğunu gördü Kraliçenin. Neredeyse tüm arkadaşları deli kraliçe tarafından öldürülen Malfurion, Tyrande’nin, Azshara’nın arkasından saldırdığını gördü ancak bir Tapınak Koruyucusu tarafından durduruldu ve büyük bir yara aldı. Malfurion Aşkının yere düştüğünü görünce deliye dönerek Azshara’yı öldürdü. Tapınağın içinde ve dışındaki savaş sürerken Illidan olacaklara karşı kendi için özel yapılmış şişelerin içine Kuyu’nun büyülü suyundan koydu. Böylece her ne olursa olsun büyü gücünü kullanabilecekti. Malfurion ve Azshara arasında süren savaş süren büyünün büyük bölümünün yanlış olmasına neden oldu. Böylece dengesiz girdap Kuyu’nun derinliklerinde patlayarak ve zincirleme bir olayı başlattı. Dev bir patlama, tapınağı yerle bir etti. Kuyu içine göçerek kayboldu. Dev patlama, dünyanın dengesini bozmuş, dev depremlerle birlikte gökyüzü kapkara olmuştu. Dev patlama sonrasında yok olan kıtanın ortasını denizler kapamaya başladı. Kalimdor’un neredeyse %80’i sular altında kaldı. Böylece Kalimdor ikiye bölünerek, Dünyada ayrı ayrı iki kıta oluştu. Bu yeni denizin ortasında (eskiden Sonsuzluk Kuyusu’nun bulunduğu yere) dev bir girdap geldi ve orada kaldı. Bu dev girdap Maelstrom olarak adlandırıldı ve asla durmadı.

maelstrom-3.jpg

Her nasılsa, her şeye rağmen, Kraliçe Azshara ve Highborne bu patlamadan kurtulmayı başarmıştır. Çıkardıkları güçler içinde, girdabın içine çekilmiştir. Lanetlenerek ve şekil değiştirerek yeni bir ırk yaratmışlardı: Nagalar. Azshara kendini kötülüğün kraliçesi olarak tanıtmış ve içinde bulunan kötülüğün dışa vurumunu Naga olarak görmüştür. Maelstrom’un dibinde yeni bir şehir kurarak adını Nazjatar koydular ve güçlerini tekrardan oluşturdular. Var olduklarını açıklamak içinse 10,000 sene beklediler. Çok az Night Elf bu dev patlamadan kurtulabildi. Çok ilkel sandallar ile yavaş yavaş karalar aramaya başlılar. Sonra bir şekilde Elune’nin yardımı ile Malfurion, Tyrande ve Cenarius bu büyük yıkımdan kurtuldu.

Bencil Illidan bunun gelecek jenerasyonlar için bir hediye olduğunu düşünürken, Malfurion onu avladı ve ele geçirdiğinde Illidan şaşkınlık içindeydi. Malfurion ona bütün bu olanların sihir yüzünden olduğunu belirtti ancak Illidan sihirden ve büyüden vazgeçmediğini söyledi. Illidan’ın yaptıklarının durmayacağını bilen Malfurion, bundan kurtulmak için bir yol düşündü. Cenarius’un yardımı ile Illidan uzakta bir yeraltı zindanına yerleştirildi. Burada Illidan dünyanın sonunda kadar kalacak ve hiçbir sorun çıkartamayacaktı. Kardeşinin burada kalmasında ona eşlik edecek nöbetçi olarak Muhafız Maiev Shadowsong seçildi. Yeni kuyunun yok edilmesi yeni bir felaket demek olduğundan onu böyle bırakmak istedi. Ancak Malfurion, bunun için sihirle Night Elflerin sonsuza kadar aralarındaki bağı bozmak için Cenarius’un yardımı ile Druidizm ile ilgilendirmeyi başladı Night Elfleri. Böylece dünyayı tekrar eski düzenine göre kurabileceklerdi

Bu kendini kanıtlamış kahramanlar sağ kalanları kurtarıp, yeni bir yuva kurmak için uğraşmaya karar verdiler. Sessizce kendilerine bir yer ararken, dünyanın kurtuluşunun sağlandığını, Sargeras ve Burning Legion’un bu dünyadan gittiğini ve çok kötü bir bedelle zafer kazanıldığını anladılar. Birçok Highborne bu patlamadan kurtulmayı başardı. Onlarda geride kalan Night Elfler ile birlikte, yeni yuvalarına doğru yola çıktılar. Malfurion asla Highborne’a güvenmemiş olmasına rağmen onların Kuyu’nun varlığı olmadan hiçbir risk içermediklerini biliyordu. Night Elflerin çoğunluğu karaya varmaya başladığında hepsi, Kutsal dağ Hyjal’ın halen ayakta olduğunu gördü. Burayı yeni yuvaları belleyen Malfurion ve takipçileri Hyjal’a tırmandı ve Hyjal’ın zirvesinde korkunç bir şey buldular. Ufak bir gölün içi büyü ile kaynamaktaydı. Illidan da bu patlamadan kurtulmuştu ve herkesten önce Hyjal’a ulaşıp burada sihri tekrar açığa çıkarmıştı ve sakladığı kuyu sularını Dağın Göllerine dökmüştü. Böylece Yeni bir Sonsuzluk Gölü, Hyjal Dağında ortaya çıkmıştı.

Hyjal.jpg

Uzun yıllar boyunca, Night Elfler yorulmadan eski dünyalarını tekrar kurmak için çalıştılar. Eski yıkılmış tapınaklarını ve yollarını bırakıp, yeni evlerini dev ağaçların içine ve Hyjal dağının gölgeli eteklerine kurdular. Zamanla, Ejderhalar yıkımın ardından ortaya çıkarak kendilerini gösterdi.

Kırmızı Alexstrasza, Yeşil Ysera ve Tunç Nozdormu, Night Elflerin yeni evlerine indiler. Malfurion (Night Elflerin Baş Druidi) dev ejderhaları karşılayarak onlara yeni Sonsuzluk Kuyusu’nun hikayesini anlattı. Ejderhalar bunu duyunca Kuyu’nun burada kalması durumunda, Burning Legion’un tekrar bu dünyaya ineceğinden korktular. Malfurion ve üç dev ejderha aralarında bir antlaşma yaparak, Burning Legion ajanlarının buraya gelirlerse bir daha kendi cehennem dünyalarına geri dönmesini engellemek adına ellerinden geleni yapmak için çalışmaya başladılar.

Alexstrasza, bir tohumu Well of Eternity’nin ortasına yerleştirdi. Sonsuzluk Kuyusu’nun büyülü gücü hemen tohumu yeşertti ve dev bir ağaç olmasını sağladı. Dev Ağaç, Sonsuzluk Kuyusu’nun suyu ile beslendikçe gökyüzüne doğru büyüdü. Bu dev ağaç bundan sonra Night Elfler’in sembolü oldu. Onların artık doğa ile birleştiğini ve dünyayı her zaman koruyacaklarının bir simgesi olarak kaldı. Night Elfler bu ağaca Nordrassil dediler. Bunun anlamı ise Cennetin Tacı demek oluyordu. Nozdormu, Dünya Ağacı’na bir büyü yaparak, onun sonsuza kadar orada kalmasını sağladı ve Dünya Ağacı orada kaldığı süre içerisinde Night Elfler asla yaşlanmayacak veya hastalanmayacaktı

wei-wang-2012-warcraft-042-traveler-001-

Ysera (Hayalperest), Dünya Ağacı’na yaptığı bir başka büyü ile kendi Hayal dünyasını (yani Yeşil Rüya) bu Azeroth ile bağladı. Yeşil Rüya, dev gibi ve devamlı değişen, ruhani, fiziksel evrenin dışında bir yerdeydi. Bu rüyada, Ysera Azeroth’taki canlıların evrimini ve doğanın düzenini tasarlardı. Night Elfler (Malfurion dahil olmak üzere) bu dünyaya bağımlı hale getirildiler. Bu gizemli antlaşmanın sonucunda, druidlerin hepsi Yeşil Rüya’ya girerek, Ysera’ya yardım etmek istedi. Böylece dünya onlara bir daha ihtiyaç duyduğunda geri dönecekler ve dünya hakkında inanılmaz bilgilere sahip olacaklardı. Yüzyıllar geçtikçe, yeni Night Elf halkı gelişti ve büyüdü. Kendilerinin Ashenvale dedikleri ormanları bile geçerek yayıldılar. Dev yıkımdan sonra dünya üzerinde kalmadığına inanılan birçok yaratığı tekrar gördüler: Fulborglar gibi. Druidlerin öncülüğünde Night Elfler kusursuz bir yaşam sürdüler barış içinde… Ancak, Highborne üyeleri hiçbir zaman memnun değildi. Illidan gibi kendi bağımlılıklarına olan bağlılıkları onları devamlı rahatsız ediyordu. Bir süre sonra Sonsuzluk Kuyusu’ndan büyü güçlerini geri almak için teşebbüste bulundular. Dath’Remar adlı, Highborne üyesi Druidleri büyü kullanmamakla suçladı ve haklarının büyü kullanmak olduğunu belitti. Malfurion ve diğer Druidler eğer herhangi bir Night Elf’in büyü kullanırsa öldürülecek olacağını belirtip, Highborne’u uyardı. Bunun üzerine Highborne Ashenvale üzerine dev bir Büyülü Kasırga gönderdi. Druidler kendi ırklarından kişileri öldürmek istemediğinde, Highborne’u sürgüne gönderdiler. Dath’Remar ve takipçileri bunu memnuniyetle karşıladılar. Buradan gitmeleri demek büyü yapabilecekleri anlamına geliyordu çünkü. Özel yapım birkaç gemi ile okyanuslara açıldılar. En sonunda, daha sonradan İnsanların Lordaeron dedikleri yere inerek, burada büyülü yeni bir krallık kurmaya başladılar: Quel’Thalas. Kendi soylarının taptıkları aya karşılık Güneş’e taptılar… Kendi içlerindeki sorunlarından kurtulmuş olan Night Elfler, kendi evlerini geliştirmeye devam ettiler. Druidler Yeşil Rüya’ya girmenin zamanının geleceğini hissettiler, aşklarını ve ailelerini arkada bırakmaya hazırlandılar. Tyrande, Elune’nin Baş Rahibesi oldu ve Malfurion’a gitmemesi için yalvardı. Ancak Malfurion, gururunu korumak için Yeşil Rüya’ya girmekte kararlıydı ve Rahibe ile vedalaşıp ona asla ayrılmayacaklarını söyledi… Kalimdor’u Tyrande’ye bırakan Malfurion, Yeşil Rüya’ya girince, Baş Rahibe, Night Elflerden dev bir savaşçı ordu kurdu. Korkusuz ve eğitilmiş olan bu kadın savaşçılar, kendilerini Gözcü diye tanıttılar, barışın ve huzurun koruyucuları… Yarı tanrı Cenarius, Hyjal Dağının eteklerindeki bahçelerde yaşamaya devam etti. Oğulları, Ormanın Koruyucuları olarak bilindiler ve her zaman Night Elfleri takip ettiler ve arada sırada Gözcüler’e barışı korumak adına yardım ettiler. Cenarius’un kızları Dryadlar ise devamlı artan bir şekilde ormanlarda görülmeye başlandı. Ashenvale’de Tyrande devamlı meşgul oldu. Malfurion’un yanında olmamasından dolayı mutlu olamadı hiç. Uzun yüzyıllar boyunda Druidler uyudukça Tyrande ikinci bir Burning Legion saldırısından korktu. Halen Burning Legion’un buralarda olduğunu hisseden Tyrande, intikam için geri döneceklerini biliyordu…

Chronicle III
bottom of page