BÖLÜM V
BATIDAKİ PENCERE
Sam sadece birkaç dakika kestirmiş olduğunu sanıyordu, ama kalktığında akşamüstü olduğunu ve Faramir'in döndüğünü gördü Yanında bir sürü adam getirmişti, gerçekten de akından sağ çıkan herkes yakındaki yamaçta toplanmıştı; iki üç yüz kişi kadardılar. Tam ortasın da Faramir'in oturmakta olduğu geniş bir yarım daire şeklinde toplanmışlardı. Faramir'in karşısında Frodo ayakta duruyordu Durum, garip bir biçimde bir tutsağın sorgulanmasına benziyordu
Sam emekleyerek eğreltiotlarının arasından çıktı ama kimse ona dikkat etmedi; o da gidip, olanları görüp duyabileceği bir yere, adamların oluşturduğu sıranın sonuna yerleşti. Dikkatle dinlemeye ve izlemeye başladı, gerektiğinde beyinin yardımına koşmaya hazır. Artık Faramir'in maskesiz yüzünü görebiliyordu Sert ve etkili bir yüzü vardı ve etrafı araştıran bakışlarının gerisinde keskin bir zeka yatıyordu Dimdik Frodo'ya bakan gri gözlerinde kuşku vardı.
Sam kısa bir süre sonra Reis'in, Frodo'nun kendisi hakkında anlattıklarından birkaç noktada tatmin olmadığını fark etti: Yarmavadi'den yola çıkan Grup'ta ne rolü vardı; neden Boromir'i bırakmıştı; şimdi nereye gidiyordu? Özellikle de sık sık İsildur'un Felaketine dönüyordu Belli ki Frodo'nun çok önemli bir meseleyi kendisinden gizlediğini fark etmişti.
"Fakat Buçukluk'un gelişiyle İsildur'un Felaketi uyanacaktı, ya da sözcükler öyle okunmalı," diye üsteledi. "Eğer bahsi geçen Buçukluk sen İsen, kuşkusuz, sözünü ettiğin şey her ne ise onu Divan'a sen getirdin ve Boromir de bunu gördü Bunu inkar mı ediyorsun?"
Frodo hiç cevap vermedi, "İşte!" dedi Faramir. "O halde senden daha fazlasını öğrenmek istiyorum; çünkü Boromir'i ilgilendiren bir şey beni de ilgilendirir. Eski hikayelerde anlatıldığına göre İsildur'u bir ork oku öldürmüştü Fakat ork okları çok fazladır ve tek bir ok.
Gondor'lu Boromir tarafından Kıyamet'in işareti olarak algılanmaz. Bu şey yanınızda mıydı? Gizli diyorsunuz; ama bunun nedeni sizin bunu gizlemek istemeniz değil mi?"
"Hayır, bu benim seçimim değil," diye cevap verdi Frodo. "Bana ait değil. Büyük küçük hiçbir ölümlüye ait değil; ama bunu talep edecek biri varsa o da, daha önce ismini vermiş olduğum, Grup'u Moria'dan Rauros'a götüren liderimiz Arathornoğlu Aragorndur."
"Neden o da, Elendil'in oğullarının kurmuş olduğu Şehir'in prensi Boromir değil"
"Çünkü Aragorn, babadan oğula, doğrudan Elendil' in oğlu İsildur'un soyundan gelmektedir. Ve taşıdığı kılıç da Elendil'in kılıcıydı"
Bir hayret mırıltısı adamların oluşturduğu halıcıyı baştanbaşa dolaştı. Bazıları yüksek sesle bağırdı: "Elendil'in kılıcı! Elendil'in kılıcı Minas Tirith'e geliyor! Müjdeler olsun!" Ama Faramir'in yüzü hiç etkilenmemişti.
"Belki," dedi. "Fakat bu kadar büyük bir iddianın ispat edilmesi gerekir, eğer bu Aragorn Minas Tirith'e gelecek olursa bu konuda açık seçik kanıtlan olması lazım Altı gün önce yola koyulduğumda ne o, ne de grubunuzdan herhangi biri gelmişti."
"Boromir bu iddiayı haklı bulmuştu," dedi Frodo. "Gerçekten de eğer Boromir burada olsaydı bütün somlarınıza cevap verebilirdi. Üstelik birkaç gün önce Rauros'ta bulunduğuna ve dosdoğru sizin şehrinize gitmeye niyetli olduğuna göre, eğer geri dönerseniz cevaplan en kısa zamanda orada bulabilirsiniz. Grup'ta benim oynadığım rolü diğerleri gibi o da biliyor, çünkü bu görev bana Îmladrisli Elrond tarafından bizzat bütün Divan'ın önünde verildi. Bu görevle geldim bu topraklara, .ama Grup dışından birine bilgi vermek elimde değil. Yine de Düşman'a karşı koyduğunu iddia eden biri bu işi engellemese iyi olur."
Neler hissediyor olursa olsun Frodo'nun sesindeki ton gurur yüklüydü; Sam bunu çok takdir etti ama bu Faramir'i yatıştırmamıştı.
“İyi!" dedi. 'Bana kendi işime bakıp evime dönmemi, sizi de kendi halinize bırakmamı söylüyorsun Geldiğinde her şeyi Boromir anlatacak ha! Geldiğinde diyorsun! Sen Boromir'in dostu muydun?"
Frodo'nun aklına bütün canlılığıyla Boromir'in kendisine saldırması geldi ve bir an için tereddüt etti.
Faramir'in onu izlemekte olan gözleri sertleşti. 'Boromir bizim Grup'umuzun yürekli bir üyesiydi,"dedi Frodo sonunda. "Evet, ben kendi adıma onun dostuydum."
Faramir zalimce gülümsedi. "O zaman Boromir'in ölmüş olduğunu öğrensen üzülür müsün?"
"Elbette üzülürüm," dedi Frodo. Sonra Faramir'in gözlerindeki bakışı yakalayarak tereddüt etti.
"Öldü mü?" dedi. "Yani gerçekten öldü ve sen bunu biliyorsun, öyle mi? Kelime oyunlarıyla beni tuzağa düşürmeye çalışıyor, benimle oynuyordun, öyle mi? Yoksa beni yalan dolanla tuzağa mı düşürmeye çalışıyorsun?"
"Ben yalanla bir orku bile tuzağa düşürmeye kalkmam," dedi Faramir.
"Nasıl öldü öyleyse? Sizin nasıl haberiniz oldu? Madem ayrıldığınızda şehre Grup'tan kimse gelmemişti..."
"Nasıl öldüğünü, yol arkadaşlarının, dostlarının bana anlatacaklarını umuyordum."
"Fakat biz ayrıldığımızda gücü kuvveti yerindeydi ve hayattaydı. Benim bildiğim kadarıyla da hala yaşıyor. Gerçi kuşkusuz, dünyada bir sürü tehlike var."
"Çok fazla gerçekten de," dedi Faramir "ve ihanet de pek yabana atılacak şey değildir."
Sam, bu konuşma karşısında gittikçe daha da sabırsızlaşıyor ve hiddetleniyordu Son sözler katlanabileceği gibi değildi; halkanın ortasına fırlayarak beyinin yanına ilerledi.
"Özür dilerim Bay Frodo," dedi, "ama bu iş yeterince uzadı. Seninle öyle konuşmaya hakkı yok Üstelik bu büyük insanlar için katlandığın onca şeyden sonra
'Buraya bak Reis!" Elleri belinde tam Faramir'in karşısına dikildi; yüzünde, sanki meyve bahçesine yaptığı ziyaretler hakkında sorguya çektiğinde, Sam'e göre "terbiyesiz" sözler söyleyen genç bir hobbite hitap ediyormuşçasına bir ifade vardı. Etrafta bir mırıldanma oldu fakat seyretmekte olan adamların bazılarının yüzlerinde tebessüm de vardı: Reislerinin, bacaklarını iki yana açmış, hiddetten tüyleri diken diken olmuş genç bir hobbitle göz göze yerde oturuyor olması hayatlarında görmedikleri bir manzaraydı. "Buraya bak!" dedi Sam "Ne demeye çalışıyorsun? Mordor'un bütün orkları üzerimize çullanmadan, nereye varmak istiyorsan oraya gelelim! Eğer beyimin bu Boromir denen adamı öldürüp kaçtığını zannediyorsan hiç sağduyun yok demektir; ama çıkar baklayı ağzından da için rahat etsin!
Sonra da bu konuda ne yapmayı planladığını görelim hele. Ama Düşman ile dövüşmekten söz eden bir halkın, başkalarının işine burunlarını sokmadan, onlara kendilerince hareket etme şansı vermemeleri çok acı. Eğer O seni görebilseydi pek memnun olurdu Yeni bir dostu olduğunu düşünürdü, öyle düşünürdü ya"
"Sabır!" dedi Faramir, kızmadan "Aklı seninkinden fazla olan beyinin önünde konuşmaya kalkma Ayrıca kimsenin bana içinde bulunduğumuz tehlikeyi hatırlatmasına gerek yok. Tehlike içinde bile olsak, karar verilmesi zor bir meselede hakkıyla bir karar vermek için birazcık zaman ayırabilirim. Eğer senin kadar aceleci olsaydım sizi çoktan öldürmüş olurdum. Çünkü Gondor Hükümdarının izni olmadan bu topraklara giren herkesi öldürme emri aldım. ma ben insanları veya hayvanları gerekmedikçe öldürmem, üstelik gerekli olursa da yaptığım işten memnuniyet duymam. Boşu boşuna da konuşmam. O yüzden için rahat olsun Beyinin yanına otur ve sesini çıkartma!"
Sam kıpkırmızı bir yüzle, sertçe oturdu yere. Faramir yeniden Frodo'ya döndü. 'Denethor'un oğlunun öldüğünü nereden bildiğimi sormuştun, ölüm haberinin bir sürü kanadı vardır. Gece genellikle yakın akrabalara getirir haberi, derler. Boromir benim ağabeyimdi."
Yüzünden bir hüzün gölgesi geçti. "Boromir Bey'in yanındaki eşyalar arasında özel bir şey hatırlıyor musunuz?"'
Frodo bir an düşündü, yeni bir tuzağa düşmekten korkarak ve bu konuşmanın nasıl biteceğini merak ederek. Yüzük'ü Boromir'in mağrur ellerinden zor koruyabilmişti; şimdi de cenkçi ve güçlü bu kadar adam arasında ne yapacağını bilemiyordu. Yine de yüreğinin derinlerinde, ağabeyine çok benzese de Faramir'in kendisini daha çok önemsediğini ve hem daha sert hem daha aklı selim sahibi olduğunu hissediyordu. 'Boromir'in bir boru taşıdığını hatırlıyorum," dedi sonunda 'Doğru hatırlıyorsun ve onu gerçekten görmüş biri gibi hatırlıyorsun," dedi Faramir. "O zaman belki onu zihninde canlandırabilirsin: Doğu yabani öküzünün büyük bir boynuzu gümüşle bağlanmış, üzeri kadim işaretlerle yazılmış. Nesillerdir ailenin en büyük oğlunun taşıdığı bir boru; derler ki bu boru, eski Gondor sınırlan içinde bir yerde, ihtiyaç anında üflenirse sesine mutlaka bir koşan olurmuş.
"Bu maceraya atılmadan beş gün, bundan on bir gün önce, aşağı yukarı günün bu saatlerinde borunun sesini duydum: Kuzeyden geliyor gibiydi ama belli belirsizdi, sanki aklımda yankılanmış gibi.
Kötüye alamet diye yorduk babamla birlikte, çünkü gittiğinden beri Boromir'den hiç haber almamıştık ve sınırlarımızdaki hiçbir nöbetçi onun geçtiğini görmemişti. Sonra üçüncü gece daha garip başka bir şey geldi başıma
"Gece vakti, genç ve solgun ayın altındaki gri karanlıkta, Anduin'in suları kıyısında oturmuş hiç durmadan hareket eden akarsuya bakıyordum; hüzünlü kamışlar hışırdıyordu Böyle seyrederiz hep, kısmen düşmanlarımızın ellerinde olan Osgiliath yakınındaki kıyılardan nehri; düşmanlarımız oradan çıkıp topraklarımızı taciz eder. Fakat o gece bütün dünya uyuyordu tam gece yarısı sıralarında Sonra, gri gri pırıldayan bir kayığın, pruvası yüksek, garip biçimli küçük bir kayığın sular üzerinde yüzmekte olduğunu gördüm; üstelik kürek çeken veya kayığı yöneten kimse de yoktu 'Bir korku düştü içime çünkü etrafında soluk bir ışık vardı. Yine de ayağa kalkarak kıyıya gittim ve nehrin içine doğru yürümeye başladım, çünkü kayık beni çekiyordu Sonra kayık bana doğru döndü ve hızını keserek yavaş yavaş erişebileceğim bir yere doğru yüzmeye başladı; ben yine de ellemeye cesaret edemedim Kayık suya iyice gömülmüştü, sanki ağır bir yükü varmış gibi. Bakışlarımın altından geçip giderken, ağzına kadar, ışıldayan berrak bir suyla doluymuş gibi geldi bana; suyun bağrında da bir savaşçı uyuyordu
"Dizlerinde tarik bir kılıç vardı. Üzerinde bir sürü yara gördüm. Boromir idi bu, ağabeyim, ölmüştü Eşyalarını tanıyordum, kılıcını ve o güzel yüzünü Tek bir şey eksikti sadece: Borusu Tanımadığım tek bir şey vardı: Belinde, sanki altın yapraklarla birbirine bağlanmış gibi duran zarif bir kemer. Boromir! diye haykırdım Borun nerede? Uğrun ne yana? Hey Boromir! Ama gitmişti. Kayık akarsuya geri döndü ve pırıldayarak geceye doğru geçip gitti. Rüya gibiydi ama rüya değildi, çünkü ardından uyanmadım, öldüğü ve Nehir'den Deniz'e gittiği konusunda hiçbir kuşkum yok"
"Eyvah!" dedi Frodo. 'Bu benim bildiğim Boromir gerçekten de. Çünkü altın kemer ona Lothlörien'de Galadriel Hanım tarafından verilmişti. Bizi bu şekilde Elf grilerine bürüyen de oydu Bu broş da aynı işçiliğe aittir." Pelerinini boynunun altından tutturan yeşil ve gümüş renkli yaprağa dokundu
Faramir buna yakından baktı "Çok güzel," dedi. "Evet, aynı hünerin eseri. Yani o zaman Lörien Ülkesi'nden geçtiniz, öyle mi? Laurelindörenan denirdi eskiden oraya, ama uzun zamandır insanların bilgisi dışında kalmıştı," diye ekledi yavaşça, Frodo'ya artık gözlerinde yeni bir merakla bakarken.
"Sendeki garipliğin ne olduğunu şimdi şimdi anlamaya başladım. Daha fazlasını anlatmaz mısın bana?
Çünkü Boromir'in yurdunun bu kadar yakınında ölmüş olması acı bir düşünce."
"Söylediklerimden daha fazlasını söyleyemem," diye cevap verdi Frodo. "Gerçi senin hikayen beni bir çeşit önseziyle dolduruyor. Senin gördüğün bir hayaldi sanırım, o kadar; olmuş veya olabilecek kötü bir kaderin bir çeşit gölgesi. Tabii eğer bu Düşman'ın bir numarası değilse. Ben, ölü Bataklıklar'daki su birikintilerinin dibinde eskiden uykuya dalmış olan zarif savaşçıların yüzlerini gördüm; ya da O'nun kötü sanatları sonucu öyle olduğunu zannettim."
"Hayır, öyle değildi," dedi Faramir. "Çünkü onun sanatı insanın gönlünü nefretle doldurur; ama benim gönlüm hüzün ve acımayla doldu."
"Yine de böyle bir şey nasıl olabilir?" diye sordu Frodo. "Çünkü Tol Brandir'in kayalık tepelerinden hiçbir kayık geçemez; üstelik Boromir yurduna Entsuyu ve Rohan düzlükleri üzerinden dönmeyi düşünüyordu. Ve yine de, hangi araç büyük şelalelerin köpüğünden geçer de kaynayan havuzlarda batmaz, üstelik içi su doluyken?"
"Bilmiyorum," dedi Faramir. "Ama nereden geliyordu bu kayık?"
"Lörien'den," dedi Frodo. "Anduin'den, Şelalelere kadar onun gibi üç kayıkla kürek çekerek geldik. Onlar da Elf işidir."
"Gizli Diyar'dan geçmişsiniz," dedi Faramir, "ama onun gücünü pek anlayamamış gibisiniz. Eğer insanların, Altın Orman'da yaşayan Büyülerin Hanımı ile bir ilişkisi olursa o zaman bunu garip şeylerin izlemesi beklenmelidir. Çünkü ölümlü birinin bu güneşin dünyası dışında yürümesi tehlikelidir ve eskiden çok az kişi oradan değişmeden çıkabilmiştir, diye anlatılır.
"Boromir, Ey Boromir!" diye haykırdı. "Ne dedi sana, ölmeyen o Hanım ne dedi? Ne gördü? O zaman senin gönlünde neler uyandı? Neden gittin Laurelindörenan'a ve neden yurduna kendi yolundan, sabah vakti Rohan'ın atlarına binerek gelmedin?"
Sonra tekrar Frodo'ya dönerek bir kez daha sakin bir sesle konuştu. "Bu sorulara sanırım bazı cevaplar verebilirsin Drogo oğlu Frodo. Ama belki burada ve şimdi değil. Yine de anlattığım öykünün bir hayal olduğunu düşünüyorsan hala, sana şunu da söyleyeyim. Boromir' in en azından borusu geri döndü, gerçekten, hayal olarak değil. Boru geldi ama ikiye yarılmıştı, sanki bir balta veya kılıç darbesiyle bölünmüş gibi. Parçalar birer birer vurdu kıyıya: Bir tanesi Entsuyu'nun döküldüğü yerin altında, kuzeyde, Gondor'lu gözcülerin durduğu kamışlar arasında; diğeri de su üzerinde görevi olan biri tarafından akıntıda dönerken bulundu. Garip tesadüfler, ama cinayet su yüzüne çıkar, derler.
"Büyük oğlunun borusu iki parça halinde, tahtında oturmuş haber bekleyen Denethor'un kucağında duruyor artık. Bana borunun yarılmasıyla ilgili hiçbir şey anlatamayacak mısın?"
"Hayır, bundan haberim yoktu," dedi Frodo. "Ama onun üflendiğini duyduğun gün hizmetkarım ile birlikte Grup'u terk ettiğimiz, ayrıldığımız gündü eğer hesaplanın doğruysa. Şimdi öykün beni korku içinde bıraktı işte. Çünkü eğer Boromir o zaman tehlike içine düşüp katledildiyse korkarım bütün yol arkadaşlarım da yok olmuşlardır. Üstelik onlar benim türümdendiler, dostlarımdılar.
"Benden kuşkulanmaktan vazgeçip gitmeme izin veremez misin? Yorgunum, hüzünle doluyum ve korkuyorum. Ama benim de katledilmeden önce yapmam gereken bir işim var, hiç olmazsa yapmak için gayret göstermem gereken bir iş. Ve eğer içimizden sadece biz ikimiz, iki buçukluk kaldıysak o zaman acele etmemiz için daha çok sebebimiz var demektir.
"Geri dön Faramir, Gondor'un yürekli Reisi; vakit varken şehrini koru ve bırak ben yazgıma gideyim."
"Benim açımdan bakılacak olursa, konuşmamızın tümü beni rahatlatmış sayılmaz," dedi Faramir; "ama gerektiğinden fazla korku duyduğun kesin. Eğer Lörien'in halkı kendi gelmediyse Boromir'i cenaze için kim donatmış? Orklar veya İsimsizin uşakları olamaz. Sizin Grup'tan birileri sanırım hala hayatta.
"Fakat Kuzey Hududu'nda ne olduysa olsun senden kuşkulanmıyorum artık Frodo. Eğer bu zorlu günler beni insanların sözleri ve yüzlerini muhakeme etme konusunda yetkin kıldıysa, o zaman Buçukluklar hakkında da bir tahminde bulunabilirim! Yine de," artık gülümsüyordu, "sende garip bir şey var Frodo, bir Elf havası var sende galiba. Fakat sözlerimizde ilk başta düşündüğümden daha çok şey saklı. Şimdi seni Minas Tirith'e götürmem gerekiyor, Denethor'un sorularını cevaplaman için; eğer şehrim için kötü bir yol seçersem şimdi, haklı olarak ölümüne cezalandırılırım. O yüzden ne yapılması konusunda karar vermekte aceleye etmeyeceğim. Yine de daha fazla oyalanmadan hemen hareket etmemiz gerek."
Ayağa fırlayarak bazı emirler verdi. Etrafında toplanmış olan adamlar derhal küçük gruplara ayrılıp, kayaların ve ağaçların gölgelerinde çabucak gözden kaybolarak bir o yana, bir bu yana dağıldı. Kısa bir süre sonra sadece Mablung ile Damrod kalmıştı.
"Şimdi Frodo ve Samwise, siz benimle ve muhafızlarımla geleceksiniz," dedi Faramir. "Güneye doğru giden yolu izleyemezdiniz zaten, eğer niyetiniz bu idiyse. Birkaç gün boyunca bu pek güvenli bir yol olmaz; zaten artık bu gürültüden sonra, bugüne kadar gözetlendiğinden de dikkatli gözetlenecektir.
Ve sanırım, her halükarda bugün pek ilerleyemezsiniz, çünkü yorgunsunuz. Biz de öyle. Şimdi sığınağımıza gideceğiz, buradan en fazla on mil kadar uzakta bir yer. Orklar ile Düşman'ın casusları orayı bulmadı henüz; bulmuş olsalar bile, çok sayıda düşmana karşı dahi uzun süre koruyabileceğimiz bir yer. Orada bir süre yatıp dinlenebiliriz; siz de bizimle gelebilirsiniz. Sabah, hem sizin için hem kendim için ne yapmam gerektiği hakkında bir karar veririm."
Frodo'nun onun isteklerine ya da emirlerine uymaktan başka yapabileceği bir şey yoktu. O an için, Gondorlu adamların kopardıktan gürültü İthilien'e yapılacak bir yolculuğu her zamankinden de tehlikeli kıldığından her halükarda tutulabilecek en akıllıca yol bu gibi görünüyordu.
Hemen yola koyuldular: Mablung ile Damrod biraz ileride; Faramir, Frodo ile Sam arkada.
Hobbitlerin yıkandıkları havuzun berisinden dolanarak dereyi aşıp, derenin uzun kıyısını tırmandılar ve durmadan aşağıya ve batıya doğru ilerleyen, yeşil gölgeli ormanlık araziye geçtiler. Hobbitler ellerinden geldiği kadar hızlı yürürken bir yandan da alçak sesle konuşuyorlardı.
"Konuşmamızı yanda kesmemin nedeni," dedi Faramir, "sadece zamanın ilerliyor olması değildi; aynı zamanda muhabbetimiz kalabalık önünde konuşmamamız gereken bir yere doğru geliyordu, işte daha çok o yüzden ağabeyimin meselesine döndüm ve İsildur'un Felaketini bir yana bıraktım. Bana karşı tam manasıyla dürüst değildin Frodo."
"Hiç yalan söylemedim ve gerçeklerin de söyleyebileceğim kadarını söyledim," dedi Frodo.
"Seni suçlamıyorum," dedi Faramir. "Zor bir durumda ustalıkla ve akıllıca konuştun gibi geldi bana Ama sözlerinin söylediklerinden daha çok şey öğrendim senden, ya da tahmin ettim. Boromir ile pek arkadaş değilmişsiniz sanki veya arkadaşça ayrılmamışsınız. Seni ve Efendi Samwise'ı da, kederlendiren bir şey var galiba Bakın onu çok seviyordum ve seve seve öcünü de alırdım ama onu iyi tanıyorum, Îsildur'un Felaketi tahminime göre Îsildur'un Felaketi girmiş aranıza ve aynı şey Grup içinde bir tartışmaya neden olmuş. Belli ki bu çok önemli bir aile yadigarı gibi bir şey ve bu tür şeyler müttefikler arasında barış sağlamaz; eski öykülerden öğrendiğimiz Kadarıyla Yaklaştım mı?"
'Yaklaştın," dedi Frodo, "ama tam isabet ettiremedin. Grubumuzda tereddüt olduğu halde, bir mücadele yoktu: Tereddüt de, Emyn Muil'den sonra hangi yönü seçeceğimize dair bir tereddüttü.
Ama unutmayalım, eski öyküler aile yadigarları gibi şeyler hakkında söylenen aceleci sözlerin tehlikesinden de söz eder."
"Demek ki doğru düşünmüşüm: Senin sorunun sadece Boromir ileydi. O, bu şeyin Minas Tirith'e getirilmesini istiyordu Heyhat! Senin, yani onu son gören kişinin dudaklarını mühürleyen ve bu kadar çok bilmek istediğim şeyi benden gizleyen ne kem bir talih: Son saatlerinde gönlünde ve aklında neler vardı? Belki hatalıydı, belki de değildi; ama şundan eminim: iyi bir şekilde ve iyi şeyler elde ederek öldü Yüzü, hayatta olduğundan da güzeldi.
Takat Frodo, başta seni Îsildur'un Felaketi konusunda çok sıkıştırdım Affet beni! Öyle bir yerde ve saatte bunu yapmak akıllıca değildi. Düşünecek vaktim yoktu. Sıkı bir cenkten çıkmıştık ve aklımı kurcalayan yeterinden fazla şey vardı. Ama daha seninle konuşurken bile işin özüne yaklaştığımı hissettim ve o yüzden, bile bile atış alanını genişlettim Çünkü şehrin Yöneticileri tarafından, etrafa yayılmamış olan kadim irfanın hala muhafaza ediliyor olduğunu bilmen gerekir. Benim mensup olduğum sülale, Nümenor kanı taşısak da Elendil soyundan gelmez. Biz kendi soyumuzu, kral savaşa gittiği zamanlar memleketi onun adına yöneten, iyi bir vekilharç olan Mardil'e dayandırıyoruz. Sözünü ettiğim savaşa giden o kral da Kral Earnur idi, Anarion soyunun son üyesi; hiç çocuğu yoktu ve hiç geri dönmedi. O günden sonra da ülkeyi vekilharçlar yönettiler ki bu da birçok insan nesli demektir.
'Boromir'in küçüklüğü hakkında şunu hatırlıyorum; birlikte atalarımızın hikayelerini ve şehrimizin tarihini öğrenirken, babasının bir kral olmadığı bilgisi onu hep mutsuz ederdi. 'Bir vekilharcın kral olması için kaç yüz yıl gerekir, eğer kral geri dönmezse?' diye sormuştu. 'Birkaç yıl yeter, sadakatin daha az olduğu yerlerde,' diye cevap vermişti babam. 'Gondor'da on bin yıl bile yetmez.' Heyhat! Zavallı Boromir. Bu sana, onun hakkında bir şeyler anlatmıyor mu?"
"Anlatıyor," dedi Frodo. 'Yine de Aragorn'a hep şerefli bir şekilde davrandı."
"Bundan kuşkum yok," dedi Faramir. "Eğer söylemiş olduğun gibi Aragorn'un iddiasını haklı bulduysa, ona fazlasıyla saygı göstermiştir. Çünkü esas çatışma henüz başlamamıştı. Dananın kuyruğu Minas Tirith'e varıp da şehrin savaşlarında rakip olsalardı kopacaktı.
"Yine de konumuzdan saptım. Geleneksel olarak Denethor hanedanından olan bizler, kadim irfanlar hakkında çok şey biliriz; ayrıca hazînemizde saklanan birçok şey vardır: Eski parşömenlere ve hatta taş üzerine, gümüş ve altın varaklar üzerine yazılmış çeşit çeşit kitaplar ve tabletler. Bazılarını artık kimse okuyamaz; diğerlerine gelince, çok az insan kilitli tutuldukları yerden çıkartır onları. Ben birazını okuyabiliyorum, çünkü bu eğitimi almıştım. Boz Hacı'yı bize getiren de bu kayıtlardı. Onu ilk kez çocukken görmüştüm; o gün bugündür iki üç kere daha geldi."
"Boz Hacı mı?" dedi Frodo. "Bir ismi var mıydı?"
"Mithrandir derdik ona Elfler gibi," dedi Faramir, "bu da ona yetiyordu. Birçok ülkede birçok ismim vardır, demişti. Elfler arasında Mithrandir, cüceler arasında Tharkûn; gençliğimde, artık belleklerden silinmiş olan Batıda Olörin idim, Güneyde İncanus, Kuzey'de Gandalf; Doğuca hiç gitmem. "
"Gandalf!" dedi Frodo. "Onun olduğunu anlamıştım. Boz Gandalf, danışmanların en azizi. Grubumuzun lideri. Moria'da kayboldu."
"Mithrandir kayıp mı oldu!" dedi Faramir. "Birliğinizi kem bir talih izliyormuş anlaşılan. Bu kadar büyük irfan ve güç sahibi birinin -çünkü aramızdayken bir sürü harika şey yapmıştı- yok olduğuna ve dünya üzerinden böyle bir irfanın silindiğine inanmak çok zor. Bundan emin misin; sizden ayrılıp kendi başına bir yere gitmediğinden emin misin?"
"Ne yazık ki eminim," dedi Frodo. "Onun o kör çukura düştüğünü gözlerimle gördüm."
"Gördüğüm kadarıyla bu işin içinde dehşet verici bir hikaye var," dedi Faramir, "belki akşam vakti bana anlatırsınız. Bu Mithrandir şimdi anladığım kadarıyla, bir irfan sahibinden öte bir şeymiş; zamanımızda gelişen olayları harekete geçiren biriymiş. Rüyalarımızdaki anlaşılması zor sözcükler konusunda bize akıl vermek için yanımızda olsaydı, bir haberciye gerek duymadan bunları bize açıklayıverirdi. Yine de bunu yapmazdı belki de, belki bu yolculuk Boromir'in yazgısıydı. Mithrandir hiçbir zaman bize olacaklardan söz etmez, niyetini açıklamazdı. Nasıl oldu bilmem, Denethor'dan hazinemizdeki gizli şeylere bakmak için izin almıştı ve ben de ondan biraz bir şeyler öğrenmiştim, öğretmeye gönlü olduğu zamanlarda (bu da pek nadiren olurdu). Her şeyden çok Gondor'un ilk zamanlarında Dagorlad'da yapılmış olan, İsmi lazım değilin hezimete uğratıldığı Büyük Muharebe hakkında araştırma yapar, bizi sorguya çekerdi hiç durmadan. Anlatacak şeyimiz ondan daha az olmasına rağmen Îsildur ile ilgili öykülere çok meraklıydı; anlatacak şeyimiz azdı çünkü onun sonuyla ilgili kesin bir bilgimiz olmamıştır hiçbir zaman."
Faramir'in sesi bir fısıltıya dönüşmüştü artık. "Ama şu kadarını öğrendim, ya da tahmin eltim diyelim; o gün bugündür de bunu içimde bir sır olarak sakladım: Gondor'dan gitmeden önce Îsildur Adlandırılmamış'ın elinden bir daha ölümlü insanlar arasında hiç görülmeyen bir şey almıştı.
Mithrandir'in sorularının cevabı buradaydı sanırım. Fakat o an için bu, sadece kadim bilgilere merak salmış olanları ilgilendiren bir şey gibi gelmişti bana. Rüyalarımızın bilmece gibi sözleri aramızda tartışılırken, bu şeyin Îsildur'un Felaketi ile aynı şey olduğu geldi aklıma. Çünkü bildiğimiz tek efsaneye göre Îsildur pusuya düşürülerek ork oklarıyla öldürülmüştü ve Mithrandir bana hiçbir zaman daha fazlasını anlatmadı.
"Bu Şey'in gerçekten ne olduğunu bile tahmin edemiyorum hala; ama güç ve tehlike içeren bir çeşit aile yadigarı gibi bir şey olsa gerek. Kötü bir silah belki de, Karanlıklar Efendisi tarafından hazırlanmış. Eğer savaşta avantaj sağlayan bir şeyse, mağrur, korkusuz ve genellikle de aceleci olan, hep Minas Tirith'in zaferini (ve böylelikle de kendine bir şeref payesi) arzu eden Boromir'in böyle bir şeyi isteyebileceğine ve bunun tarafından cezbedilmiş olabileceğine rahatlıkla inanabilirim. Ah keşke o göreve hiç gitmeseydi! Babam ve yaşlılar tarafından ben seçilmeliydim; ama o, daha büyük ve daha dayanıklı olduğunu söyleyerek öne çıktı, her ikisi de doğruydu bunların ve onu durdurmak mümkün değildi.
"Fakat artık korkma! Ben bu şeyi almak istemem, şurada yol kenarında olsa bile almam. Minas Tirith'te taş taş üstünde kalmayacak olsa ve şehri kendi iyiliği ve benim şerefim için, sadece ben, ancak Karanlıklar Efendisi'nin silahını kullanarak kurtarabilecek olsam bile almam. Hayır, böyle zaferler istemiyorum Drogo oğlu Frodo."
"Divan da istemiyordu," dedi Frodo. "Ben de istemiyorum. Böyle meselelerle hiç ilgim yoktu benim."
"Kendi adıma," dedi Faramir, "Ak Ağaç'ın yeniden kralların saraylarında açmasını, Gümüş Tacın geri gelmesini ve Minas Tirith'in barış içinde olmasını görmek isterim: Minas Anor'un eskisi gibi, ışık içinde, alim ve zarif, eceler arasında bir ece kadar güzel olmasını: Birçok kölesi olan bir hanım gibi değil, hayır, hatta gönüllü köleler arasındaki iyi kalpli bir hanım olmasını bile istemem. Savaş olmalı; her şeyi yok etmeye çalışan bir yıkıcıya karşı kendi canlarımızı korumalıyız; fakat ben kılıcı keskin diye, oku seri diye, savaşçıyı şanı ve şerefi var diye sevmem. Ben sadece onların savundukları şeyi severim: Nümenor'lu insanların şehrini. Onun da hatırasının kadimliği için, güzelliği için ve mevcut hikmeti için sevilmesini isterim, insan, yaşlı ve bilge bir insanın asaletinden ne kadar korkarsa, o kadar korkmalı ondan, daha fazla değil.
"O yüzden benden korkma! Bana daha fazlasını anlatmanı istemiyorum senden. Artık hedefe yaklaşıp yaklaşmadığımı bile sormuyorum. Fakat eğer bana güvenirsen, sana şu andaki maceran her neyse onun hakkında bazı öğütler verebilirim -hatta sana destek bile olurum."
Frodo hiç cevap vermedi. Neredeyse, içinden gelen yardım ve nasihat arzusuna, sözleri akıllıca ve hoş olan bu ağırbaşlı genç adama aklındaki her şeyi söyleme isteğine teslim oluyordu. Fakat bir şey onu alıkoydu. Yüreği korku ve hüzün ile ağırlaşmıştı: Eğer -ve öyle gibi de görünüyordu-Dokuz Gezgin'den sadece kendisi ile Sam kalmışsa, o zaman görevlerinin sırrının tek hakimi oydu. Aceleyle bir şey söylemektense, güvenilmeyi hak eden birine güvenmemeyi yeğlemek lazımdı. Ve Faramir'e bakıp onun sesini dinlerken, Boromir'deki, Yüzük'ün onun üzerindeki cazibesinin meydana getirdiği korkunç değişimin hatırası daha taptazeydi: Birbirlerine hiç benzemiyorlardı ama yine de birbirlerine çok yakındılar.
Bir süre sessizlik içinde, yaşlı ağaçların gri ve yeşil gölgelerinden geçerek, ayakları hiç ses çıkarmadan yürümeye devam ettiler; yukarı- da bir sürü kuş ötüyor, güneş îthelien'in yapraklarını dökmeyen ağaçlardan oluşmuş ormanlarının kara yapraklı damı üzerinde pırıldıyordu.
Sam, dinlemiş olmasına rağmen konuşmaya hiç katılmamıştı; aynı zamanda keskin hobbit kulaklarıyla etraflarındaki yumuşak orman seslerini izliyordu. Bir şey dikkatini çekti; bütün konuşma sırasında Gollum'un ismi bir kez bile ortaya çıkmamıştı. Bir daha bu ismi hiç duymayacağını ummanın biraz fazla olduğunu hissetmiş olsa da, bundan memnundu. Aynı zamanda kısa bir süre sonra tek başlarına yürüyor olsalar da yakınlarda bir sürü adam olduğunu fark etti: Sadece önlerindeki gölgeler arasında bir belirip bir kaybolan Damrod ile Mablung değil; her iki yanlarında, belirli gizli bir yere gizli bir yoldan gitmekte olan diğerlerinin de olduğunu.
Bir keresinde, sanki teninde hissettiği bir karıncalanma ona arkadan gözetlenmekte olduğunu söylemiş gibi aniden arkasına bakınca minik kara bir silueti, bir ağaç gövdesi arkasına kaçarken bir an için gözünün ucuyla yakalar gibi oldu. Ağzını açtı, sonra tekrar kapattı. "Bundan emin değilim," dedi kendi kendine, "sonra neden, onlara o hainden söz edeyim eğer hatırlamak istemiyorlarsa? Keşke ben de unutabilsem!"
Böylece, ormanlık alanlar seyrelip arazi dik bir şekilde alçalmaya başlayıncaya kadar yollarına devam ettiler. 'Sonra tekrar bir yana, sağa dönerek hemencecik dar bir koyak içinde akan bir dereye vardılar: Üzeri çobanpüskülü ve kara şimşir ağaçlarıyla örtülmüş, derin yatağında bir sürü kaya üzerinden sıçrayarak akan bu dere, yuvarlak havuzun çok üzerinde damla damla akan derenin ta kendisiydi. Batıya bakınca altlarında, bir ışık pusu içinden ovalan ve engin çayırları, batıya dönmekte olan güneşin pırıltıları arasında uzakta Anduin'in engin sularını görebiliyorlardı.
"Maalesef burada size bir kabalık yapmak zorundayım," dedi Faramir. "Umarım şu ana kadar nezaketi sizi öldürmek veya bağlamak için verilen emirlerin önüne geçmiş olan birini affedersiniz.
Fakat hiçbir yabancının, hatta bizle birlikte savaşan Rohan'dan birinin bile şimdi gideceğimiz yolu görmesine izin yoktur. Sizin gözlerinizi bağlamak zorundayız."
"Nasıl isterseniz," dedi Frodo. "Elfler bile gerektiğinde aynı şekilde davranıyor; Lothlörien'in hudutlarını gözlerimiz kapalı geçmiştik. Cüce Gimli buna alınmıştı ama hobbitler dayanmıştı."
"Sizi götüreceğim yer öyle hoş bir yer değil," dedi Faramir. "Ama bunu kendi azanızla kabul ettiğinize, zorlamamıza gerek kalmadığına memnun oldum."
Hafifçe seslendi ve Mablung ile Damrod derhal ağaçların arasından çıkarak ona doğru geldiler. "Bu konukların gözlerini bağlayın," dedi Faramir. "Sıkıca ama onları rahatsız etmeyecek şekilde bağlayın. Ellerini bağlamayın. Etrafa bakmaya çalışmayacaklarına dair onlardan söz alacağız. Onların kendiliklerinden bile gözlerini yumacaklarına kuşkum yok ama ayak sürçerse gözler kırpışı verir. Tökezlemeyecekleri şekilde yol gösterin onlara." iki muhafız hobbitlerin gözünü yeşil eşarplarla bağladılar ve başlıklarını neredeyse ağızlarına kadar indirdiler; sonra hemen hobbitlerin ellerinden tutarak yollarına devam ettiler. Frodo ile Sam'in yolun bu son kısmı hakkında bütün bildikleri, karanlıkta yaptıkları tahminden başka bir şey değildi. Bir süre sonra dimdik inmekte olan bir yolda olduklarını fark ettiler; az sonra yol o kadar daralmıştı ki, her iki yanlarındaki kayadan duvarlara sürtünerek tek sıra halinde yürümeye başlamışlardı; muhafızları onları arkadan, omuzlarına koydukları elleriyle kibarca idare ediyordu. Arada sırada geçmesi zor yerlere geliyorlar, bir süre için yerden kaldırılıp taşınıyorlar, sonra yeniden yere bırakılıyorlardı. Akan suyun sesi sürekli olarak sağ yanlarındaydı ve gittikçe yaklaşıyor, gürültüsü yükseliyordu. Sonunda durdular. Mablung ile Damrod onları hızla birkaç kez döndürdü, böylece yönlerini iyice şaşırdılar. Biraz yukarı tırmandılar: Etraf soğumuş gibiydi ve derenin sesi zayıflamıştı. Sonra onları tekrar kaldırdılar ve aşağıya, birkaç basamak aşağıya taşıyıp bir köşeyi döndüler. Aniden suyun sesini yeniden duydular; bu kez yüksek perdeden çağıldıyor, şıpırdıyordu. Sanki her yanlarını kaplamıştı; ellerinde ve yanaklarında ince damlacıklar hissediyorlardı. Sonunda bir kez daha ayaklarının üzerine bırakıldılar. Bir an için bu şekilde, yarı korkmuş, gözleri bağlı, nerede olduklarını bilmeden kaldılar; kimse konuşmadı.
Sonra Faramir'in sesi arkalarından, yakından geldi. "Açın gözlerini!" dedi. Eşarplar çıkartıldı, başlıkları geriye çekildi; gözlerini kırpıştırdılar ve birden nefesleri kesildi.
Cilalanmış kayadan ıslak bir zemin üzerinde duruyorlardı; arkalarında karanlığa açılan, bir kayaya kabaca oyulmuş bir kapının eşiğiydi bu. Fakat önünde sulardan ince bir perde asılıydı, o kadar yakındı ki Frodo sanki elini uzatsa tutacaktı. Pencere batıya bakıyordu. Batmakta olan güneşin aynı seviyedeki ışık huzmeleri suları dövüyor; kırmızı ışık devamlı değişen renklerde, kırpışan bir sürü ışın halinde kırılıyordu. Sanki hepsi tükenmez bir ateşle tutuşturulmuş iplik iplik altın ve gümüşten, yakut, safir ve ametistten mücevherlerle örtülmüş bir Elf kulesinin penceresinde duruyorlardı.
"En azından sabimizin mükafatı olarak doğru zamanda geldik," dedi Faramir. "Bu Henneth Annûn yani Gurup Penceresi'dir, birçok pınara sahip bir ülke olan İthilien'deki şelalelerin en zarifi. Şimdiye kadar çok az yabancı görebilmiştir burayı. Fakat arkasında bir saray var zannetmeyin! Girin şimdi içeri ve görün!"
Daha o konuşurken güneş kavuştu ve akan sudaki ateş soldu. Dönüp alçak ve ürkütücü kemerden geçtiler. Kendilerini hemen, kayadan bir odada buldular, tavanı alçak, eğri büğrü, geniş ve kaba bir oda. Yanan bir iki meşale parlak duvarlara soluk bir ışık veriyordu. Daha şimdiden birçok kişi gelmişti.
Diğerleri, ikişer üçer, başka bir yandaki karanlık ve dar bir kapıdan girmeye devam ediyordu. Gözleri karanlığa alışınca hobbitler mağaranın tahmin ettiklerinden daha geniş ve silah ve yiyecekle dolu olduğunu gördüler.
"İşte sığınağımız burası," dedi Faramir. "Çok rahat bir yer değil ama geceyi huzur içinde geçirebilirsiniz burada. Gerçi ateş yok ama en azından yatacak kuru bir yer ve yiyecek var. Bir zamanlar su bu mağaradan geçip kemerden dışarıya akıyormuş fakat eski bir zamanda işçiler suyun yolunu koyakta, yukarılarda bir yerde değiştirmişler ve dere ta tepedeki kayaların üzerinden, iki misli bir yükseklikten aşağıya dökülmeye başlamış. Suyun ve başka her şeyin bu mağaraya gireceği bütün yollar tıkanmış, biri hariç. Artık iki çıkış var: Biri gözleriniz kapalı girdiğiniz yer, bir de Pencere Perde'den geçerek bıçak gibi kayaların olduğu derin bir çukurdan geçen yol. Şimdi, akşam yemeği hazırlanıncaya kadar biraz dinlenin."
Hobbitleri bir köşeye götürerek isterlerse yatsınlar diye alçak bir yatak verdiler. Bu arada adamlar mağara içinde, sessizce, düzenli bir çabuklukla bir şeyler yapmaya başladı. Duvarlardan hafif masalar in-dirilerek ayaklıkların üzerine yerleştirildi ve üzerleri donatıldı. Çoğunlukla sade ve süssüz şeylerdi bunlar, ama hepsi zarafetle yapılmıştı: Parlak kil rengi topraktan veya tornadan çıkmış şimşir ağacından yapılmış, pürüzsüz ve temiz, yuvarlak düz tabaklar, kaseler, kaplar. Orada burada parlatılmış bronzdan bir kupa veya büyük bir kase; Reis'in en içteki masanın tam ortasında oturduğu yere, gümüşten bir kadeh konulmuştu.
Faramir adamların yanına giderek her yeni gelene alçak sesle sorular sordu. Kimi Güneylileri takipten geliyordu; diğerleri, yolun yakınında izci olarak bırakılanlar, en son geldiler. Bütün Güneyliler'e ne olduğu tek tek saptandı, büyük mûmak hariç: Kimse ona ne olduğunu söyleyemedi.
Düşmandan hiçbir hareket görülmemişti; etrafla bir ork casusu dahi yoktu.
"Hiçbir şey görmedin mi, duymadın mı Anborn?" diye sordu Faramir en son gelene.
"Şey, hayır efendim," dedi adam. "En azından hiç ork yoktu. Ama biraz garip bir şey gördüm, ya da gördüğümü zannettim. Hava, gözlerin eşyaları olduğundan daha büyük gördüğü derin alacakaranlığa doğru iyice kararmaya başlamıştı. Belki de sincaptan başka bir şey değildi yani." Bunun üzerine Sam kulak kabarttı. "Eğer öyleyse bile bu kara bir sincaptı, üstelik kuyruğunu da göremedim. Yer üzerinde bir gölge gibiydi; ben yaklaşınca hızla bir ağaç gövdesinin arkasına fırladı ve bir sincap hızıyla tırmandı.
Bizim vahşi hayvanları amaçsızca öldürmemize izin vermiyorsunuz; bu da hayvandan başka bir şeye benzemiyordu, o yüzden ok atmadım. Zaten nişan alıp atmak için çok karanlıktı ve yaratık göz açıp kapayıncaya kadar yaprakların karanlığına dalmıştı. Fakat bir sure oyalandım çünkü bana tuhaf gelmişti; sonra da hemen geri döndüm. Ben dönüp giderken o şeyin tepeden bana tısladığını duydum sanki iri bir sincaptı belki de. Belki de Adlandırılmamış'ın gölgesi altındaki Kuyutorman'ın bazı hayvanları bizim ormanlarımıza geliyordur. Orada kara sincaplar olduğu söyleniyor."
"Belki de," dedi Faramir. "Fakat bu kötü bir alamet olurdu, öyle bile olsa. Biz Kuyutorman kaçkınlarını îthilien'de istemiyoruz." Sam'e, konuşurken hobbitlere şöyle yan gözle bir bakış atmış gibi geldi; fakat Sam bir şey demedi. Bir süre Frodo ile birlikte uzanarak meşale ışıklarını, bir yukarı, bir aşağı gidip gelen, alçak sesle konuşan adamları seyretti. Sonra ansızın Frodo uykuya daldı.
Sam kendi kendiyle uğraşıyor, bir öyle, bir böyle düşünüyordu, "İyi olabilir," diye düşündü, "ama olmayabilir de. Güzel sözler kötü bir yüreği saklayabilir." Esnedi. "Bir hafta uyuyabilirim, ne de iyi olur.
Sonra ne yapabilirim zaten, bir ben ayık olsam, bütün bu koca insanlar etrafımdayken bir tek ben ayık olsam? Hiçbir şey, Sam Gamgee; ama yine de uyanık kalman lazım." Ve her nasılsa bunu başardı da.
Işık mağara kapısında soldu, dökülen suyun gri perdesi belirsiz-leşti ve yoğunlaşan gölgeler arasında kayboldu. Suyun sesi hiç durmadan devam etti, sabah akşam notasını hiç değiştirmeden. Su, uyku hakkında mırıldanıyor ve fısıldıyordu. Sam yumruklarım gözlerine bastırdı.
Daha çok meşale tutuşturulmuştu artık. Bir fıçı şarap açtılar. Depolanmış variller açıldı. Adamlar şelaleden su getiriyordu. Kimisi ellerini taslarda yıkıyordu. Geniş bakır bir kase ile beyaz bir bez Faramir'e götürüldü ve Faramir de yıkandı.
"Konuklarımızı uyandırın," dedi "ve onlara biraz su götürün. Yemek zamanı."
Frodo oturarak esnedi ve gerindi. Kendisine hizmet edilmesine alışık olmayan Sam, eğilerek selam veren ve ona bir tas su uzatan uzun boylu adama hayretle baktı.
"Yere koyuver efendi, lütfen!" dedi. "Bu hem senin, hem benim için daha kolay olur." Sonra seyreden insanları hayrette bırakıp, hareketiyle onları eğlendirerek başını soğuk suya daldırdı ve ensesiyle kulaklarına su çarptı.
"Yemekten önce başınızı yıkamak sizin memlekette adet midir?" diye sordu hobbitlere hizmet eden adam.
"Hayır, o kahvaltıdan önce yapılır," dedi Sam. "Ama eğer uykusuz kalırsanız, enseye dökülen soğuk su, buruşmuş marullara değen yağmur gibi etki yapar. Evet! Şimdi biraz bir şeyler yiyebilecek kadar ayık kalabilirim."
Bunun üzerine Faramir'in yanına götürüldüler: Rahat edebilmeleri için üzerine post atılmış variller, insanların sıralarından yeterince yüksek tutulmuştu. Yemekten önce Faramir ile bütün adamları bir anlık sessizlik içinde batıya döndüler. Faramir, Frodo ile Sam'e aynı şeyi yapmaları için işaret etti.
"Biz hep böyle yaparız," dedi, yemeğe otururken: "Eskiden Nümenor olan yere, Elf Yurdu'na döneriz yüzümüzü yani; Elf Yurdu'nun gerisindekine ve ilelebet gerisinde kalacak olana bakarız. Sizin yemek sırasında böyle adetleriniz yok mudur?"
"Hayır," dedi Frodo, kendini garip bir şekilde köylü gibi ve cahil - hissederek. "Ama eğer bizler konuk isek, ev sahiplerimize eğilerek selam verir, yemekten sonra da ayağa kalkıp teşekkür ederiz." "Biz de yaparız bunu," dedi Faramir.
Bu kadar uzun süre yolculuk yapıp, orada burada konakladıktan ve günlerini vahşi doğada bir başlarına geçirdikten sonra bu akşam yemeği hobbitlere ziyafet gibi gelmişti: Serin ve mis kokulu uçuk san şarabı içmek, temiz ellerle, temiz bıçaklarla ve tabaklarda tereyağıyla ekmek, tuzlanmış et, kurutulmuş meyve, leziz kırmızı peynir yemek. Frodo da Sam de kendilerine ikram edilen hiçbir şeyi geri çevirmiyorlardı, hatta ikinci kez, hatta hatta üçüncü kez ikram edilenleri de geri çevirmiyorlardı.
Şarap damarlarında, yorgun kol ve bacaklarında dolaştı; Lörien ülkesinden ayrıldıklarından beri hissetmedikleri kadar mutlu hissettiler kendilerini, yürekleri hafifledi.
Her şey bittikten sonra Faramir onları mağaranın gerisindeki, perdelerle kısmen örtülmüş bir girintiye götürdü; bir sandalye ile iki tabure getirildi buraya. Duvardaki bir oyukta küçük toprak bir kandil yanıyordu.
"Biraz sonra uyumak isteyebilirsiniz," dedi, "Özellikle de yemekten önce -ya yüce bir açlığı köreltmemek için, ya da benden korktuğu için, bilemeyeceğim-gözlerini kırpamayan iyi yürekli Samwise isteyebilir. Fakat yemekten hemen sonra uyumak iyi değildir, özellikle de bir orucun ardından yenen yemekten sonra. Gelin biraz konuşalım. Yarmavadi'den başlayan yolculuğunuzla ilgili anlatılacak çok şeyiniz olmalı. Ayrıca siz de belki bizimle ve şu anda bulunduğunuz topraklarla ilgili bir şeyler öğrenmek istersiniz. Bana ağabeyim Boromir'den söz edin; Mithrandir'den ve Lothlörien'in zarif halkından."
Frodo'nun artık uykusu yoktu ve konuşmaya gönlü vardı. Fakat yemek ve şarap onu rahatlatmış olsa da, ihtiyatı elden bırakmadı. Sam yüzünde bir memnuniyet ifadesiyle kendi kendine mırıldanıyordu ama Frodo konuşmaya başlayınca ilk başta sadece dinlemeye niyetlendi, yalnız arada sırada aynı fikirde olduğunu belirten nidalarda bulunmaya cüret ediyordu.
Frodo bir sürü öykü anlattı; yine de her seferinde konuyu Grup'un macerasından ve Yüzük'ten uzaklaştırıyor; vahşi doğada kurtlarla. Caradhras altında karla, Moria'da Gandalf in düştüğü madendeki maceralarında Boromir'in oynadığı yiğitçe bölümleri biraz büyütüyordu Faramir en çok köprüdeki dövüşten etkilenmişti.
"Oklardan kaçmak Boromir'in gücüne girmiş olmalı," dedi, "hatta, en son ayrılan o olsa da, o ismini vermiş olduğunuz kötü şeyden, Balrog'dan kaçmak bile."
"En son o ayrılmıştı," dedi Frodo, "ama Aragorn bize yol göstermek zorundaydı. Gandalf düştükten sonra yolu bilen bir tek o kalmıştı. Fakat gözetmek zorunda oldukları bizim gibi daha ufak tefek yaratıklar olmasaydı sanırım ne o kaçardı ne de Boromir."
"Belki Boromir orada Mithrandir ile düşmüş olsaydı daha iyi olurdu," dedi Faramir, "Rauros şelalelerinin üzerinde onu bekleyen kaderiyle karşılaşacağına."
"Belki. Ama şimdi bana kendi bahtınızdan söz edin," dedi Frodo, bir kez daha konunun yönünü değiştirerek. "Çünkü Minas îthil ve Osgiliath hakkında ve nicedir ayakta kalan Minas Tirith hakkında daha çok şey öğrenmeliyim. Uzun savaşınızda bu şehir için neler ümit ediyorsunuz?"
"Neler mi ümit ediyoruz?" dedi Faramir. "Bir şey ümit etmeyeli çok oluyor. Elendil'in kılıcı eğer gerçekten geri geliyorsa, biraz ümit ateşi tutuşturabilir ama torunun o kötü günü biraz ertelemekten başka bir işe yarayabileceğini zannetmiyorum; tabii eğer gerek insanlardan gerekse de Elflerden beklenmedik bir yardım daha gelmezse. Çünkü Düşman fazlalaşıyor ve biz azalıyoruz. Bizler eksilen bir halkız, baharsız bir güz.
"Nümenorlu insanlar, Büyük Topraklar'ın denize yakın yerlerine ve kıyılara yayılıp yerleşmişlerdi fakat genellikle kötü yola ve gaflete düştüler. Birçoğu Karanlık'a ve kara sanatlara gönül verdi; kimi tamamen aylaklığa ve rahata düştü, kimi sonunda bu zayıflık anlarında vahşi insanlar tarafından ele geçirilinceye kadar kendi aralarında savaştı.
"Gondor'da kötü sanatların yapılmış olduğu veya isimsiz olanın orada şerefle anıldığı söylenemez; ayrıca Batı'dan getirilen irfan ve güzellik, Zarif Elendil'in oğullarının diyarında uzun süre dayandı ve hala yaşıyor burada. Yine de kendi sonunu hazırlayan, yavaş yavaş unutkanlaşan, yok edilmemiş ama sadece sürgün edilmiş olan Düşman'ın uyuduğunu düşünen Gondor'un kendisidir.
"Ölüm her zaman vardı çünkü Numenor'lular hala, eski krallıklarında olduğu gibi ve zaten bu yüzden o krallığı kaybetmiş oldukları halde, ebedi yaşama karşı hiç değişmeyen bir açlık duyuyorlardı. Krallar kendilerine yaşayanların evlerinden çok daha mükemmel mezarlar yaptılar ve şecerelerinde tekrarladıkları eski isimleri oğullarının isimlerinden daha çok sevdiler. Çocuksuz hükümdarlar yaşlanıp saraylarında hanedanlarının armalarını düşünerek oturdular; gizli odalarda buruşuk yüzlü adamlar kuvvetli iksirler yaptılar ya da soğuk, yüksek kulelerde yıldızlara sorular soruldu. Ve Anarion sülalesinin son üyesinin varisi hiç olmadı.
"Fakat vekilharçlar daha akıllı ve daha şanslıymışlar. Daha akıllıymışlar çünkü onlar halkımızın güç eksiğini deniz kıyısındaki sağlam bünyeli halkla ve Ered Nimrais'in dayanıklı dağlılarıyla doldurmuşlar.
Ayrıca sık sık bize saldıran, hiddetli bir yiğitlikleri olan ama yine de bizimle uzaktan bir akrabalıkları bulunan ve ne vahşi Doğulular'a ne de zalim Haradrim'e benzeyen Kuzey'in mağrur halkıyla bir anlaşma yapmışlar.
"Ve On ikinci Vekilharç Cirion'un günlerinde (babam da yirmi altıncı vekilharçtır) öyle bir zaman gelmiş ki Kuzeyliler atlarını bize yardım etmek için sürmüşler ve büyük Celebrant Ovası'nda bizim kuzey bölgelerimizi ellerinde tutan düşmanlarımızı bozguna uğratmışlar. Bunlar Rohirrimler'dir, biz böyle adlandırıyoruz onları, at efendileridirler; onlara o günden sonra Rohan adını alan Calenardhon ovalarını bıraktık çünkü b bölgede uzun zamandır çok az insan vardı. O gün bu gündür bizim müttefikimiz oldular ve bize hep sadık kaldılar, kuzey sınırlanın ve Rohan geçidini koruyarak ihtiyaç anında bizi hep desteklediler.
"Bizim irfan ve adetlerimizi öğrenebildikleri kadar öğrendiler, hükümdarları gerektikçe bizim lisanımızı kullanır; yine de genellikle akıllarında kaldığınca kendi babalarının yolunu tutarlar ve aralarında kendi Kuzey dillerini konuşurlar. Onları çok severiz: Uzun boylu adamlar, zarif kadınlar, her iki cinsi de yiğittir; altın rengi saçları vardır, parlak gözlü, güçlü kuvvetlidirler; onlar bize insanların Eski Günler'deki gençliğini hatırlatır. Gerçekten de irfan sahiplerimiz eskiden beri bize yakınlıkları olduğunu ve Nümenor'lular gibi onların da, Elf Dostu Altın Saçlı Hador'dan değil de insanların Üç Sülalesi'nden geldiğini söylerler, belki her şeye rağmen Hadorün çağrıyı reddederek, Deniz'i geçip Batı'ya gitmeyen oğulları ve halkından gelmiş olabilirler.
"Çünkü kendi irfanlarımıza göre biz insanları böyle kabul ederiz: onlara ya Yüksekler, Batı'nın insanları deriz ki bunlar Nümenor'lulardır; ya Orta Halk, Alacakaranlık insanları deriz, yani Rohirrimler ve onların Kuzey'de uzaklarda yaşayan akrabaları gibi; ya da Vahşiler, Karanlığın insanları deriz.
'Yine de Rohirrimler artık nasıl biraz bize benzemeye başlamışlar, sanatları ve nezaketleri artmışsa, biz de onlara benzemeye başladık, Yüksek sıfatını pek talep edemeyiz artık aslında. Biz de Orta Halk'tan, Alacakaranlık İnsanları'ndan olduk, başka anılarımız olsa da. Çünkü Rohirrimler gibi biz de artık savaşı ve yiğitliği seviyoruz; bunlar güzel şeylermiş gibi, hem bir oyun hem de bir amaç olarak; bir savaşçının sadece silahlar ve adam öldürme konusunda hüneri olmasının yeterli olmadığına, daha çok becerisi ve bilgisi olması gerektiğine olan inancımızı hala muhafaza etsek de, yine de bir savaşçıya, başka bir zanaate sahip olan birinden daha çok saygı gösteriyoruz. Bugünler bunu icap ettiriyor.
Ağabeyim Boromir de böyleydi: Yiğit bir adam ve bu yüzden Gondor'un en iyisi kabul ediliyordu. Ve gerçekten de çok yürekliydi: Uzun zamandır Minas Tirith'in hiçbir varisi öylesine zorlu çıkmamıştı veya hiçbiri Koca Boru'dan öyle ses çıkarttıramazdı." Faramir içini çekti ve bir süre sessizleşti.
"Öykülerinde Elflerle ilgili pek bir şey söylemedin beyim," dedi Sam aniden cesaretini toplayarak.
Faramir'in Elfleri saygıyla andığını fark etmişti ve sadece bu bile yiyecek ve şaraptan daha ziyade Sam'in saygısını kazanmasını sağlamış, kuşkularını yatıştırmıştı.
"Gerçekten de söylemedim Efendi Samwise," dedi Faramir, "çünkü Elf irfanı hakkında bir bilgim yok.
Ama burada, bizim Nümenor'dan Orta Dünya'ya inişimizle birlikte değişen başka bir yanımıza parmak basmış oldun. Çünkü Mithrandir sizin yol arkadaşınız olduğuna ve Elrond ile konuşmuş olduğunuza göre, Edain'in yani Nümenor'luların babasının ilk savaşlarda Elflerin yanında savaşmış ve Deniz'in ortasında, Elf Yurdu'na yakın bir yerde bir krallıkla ödüllendirilmiş olduğunu belki biliyorsundur. Fakat karanlık günlerde Orta Dünya'da insanlar ve Elfler, Düşman'ın becerisi ve her iki cinsin ayrı yollarında gitgide daha ilerlemesi, zamanın yavaş ilerleyen değişimleri sayesinde birbirlerine yabancılaştılar.
İnsanlar artık Elflerden korkuyor ve onlara güvenmiyor; yine de onlar hakkında çok az şey biliyor. Ve biz Gondor'lular da diğer insanlar gibi olmaya başladık, Rohan'lı insanlar gibi; çünkü Karanlıklar Efendisi'nin düşmanı olan onlar bile Elflerden sakınıyor ve Altın Orman'dan korku ile söz ediyorlar.
'Yine de aramızda hala fırsatını buldukça Elflerle irtibat kuran bazıları var; arada sırada biri gizlice Lörien'e gider ve nadiren geri döner. Ben öyle değilim. Çünkü ben artık ölümlü bir insanın kendi isteğiyle Yaşlı Halkı aramasının tehlikeli olduğunu zannediyorum. Yine de Ak Hanım ile konuşmuş olan sizlere gıpta etmiyor değilim."
"Lörien'in Hanımı! Galadriel!" diye bağırdı Sam. "Onu görmelisin, gerçekten de onu görmelisin beyim. Ben sadece bir hobbitim, memleketteki işim de bahçıvanlık, bilmem anlatabiliyor muyum; şiir konusunda pek iyi sayılmam -şiir yazmak konusunda yani: Belki arada bir komik bir tekerleme falan düzdüğüm olur, anlarsınız ya, ama gerçek şiir konusunda değil yani-o yüzden size söylemek istediklerimi anlatamam. Onlar şarkı gibi söylenmeli. Bu iş için Yolgezer, yani Aragorn'u veya yaşlı Bay Bilbo'yu bulmak lazım. Ama onun için bir şarkı yakabilmek isterdim. Öyle güzel ki beyim! Latif! Bazen çiçek açmış ulu bir ağaç gibi, bazen kır bir fülyacık gibi, minik ve narin sanki. Elmas kadar sert, mehtap kadar yumuşak. Güneşin ışıklan kadar sıcak, yıldızlardaki buz kadar soğuk. Karlı bir dağ kadar mağrur ve ırak, baharda saçlarında papatyalarla gördüğüm genç kızlar kadar neşen. Ama bütün bunların hiçbir manası yok ve demek istediğimi hiç ıslatamıyor."
"Demek ki gerçekten latif," dedi Faramir. "Tehlikeli biçimde latif"
"Tehlikeli midir nedir bilmem," dedi Sam. "Bana öyle geliyor ki tehlikesini insan kendi yanında götürüyor Lörien'e ve orada kendi götürdüğü tehlikeyi buluyor. Ama belki de ona tehlikeli denilebilir, çünkü o kendi içinde çok güçlü. Siz, siz kendinizi onun üzerine atıp paramparça edebilirsiniz, kayalara bindiren bir gemi gibi; ya da kendinizi boğabilirsiniz, nehirdeki bir hobbit gibi. Ama ne kayalar kabahatlidir, ne de nehir. Şimdi, Boro-" Sustu ve kıpkırmızı kesildi.
"Evet? Şimdi, Boromir diyordun?" dedi Faramir. "Ne diyecektin? Kendi tehlikesini kendi yanında mı götürdü?"
"Evet, beyim, özür dilerim ama müsaadenizle çok iyi bir adamdı ağabeyiniz. Fakat başından beri kokuyu iyi aldınız. Şimdi, ben Boromir'i gözlüyordum ve onu dinliyordum, ta Yarmavadi'den yol boyunca - beyime göz kulak oluyordum, bunu anlayışla karşılarsınız herhalde, Boromir'e karşı beslediğim bir art niyetim yoktu-ve benim fikrimce o, Lörien'de benim sonradan tahmin ettiğim şeyi açık açık görmüştü: Ne istediğini. Gördüğü ilk andan itibaren Düşman'ın Yüzük'ü-nü istemişti o!"
"Sam!" diye bağırdı Frodo donakalarak. Bir süre için kendi düşüncelerine dalıp gitmişti ve aniden çıktığında ise artık çok geçti.
"Bağışla beni!" dedi -Sam önce bembeyaz kesilip sonra pancar gibi kızararak. 'Yine yaptım işte! Ne zaman o koca ağzını açarsan etrafta çam kalmaz, derdi Babalık bana, çok da haklıydı. Tüh, tüh!
"Şimdi buraya bak beyim!" Toparlayabildiği bütün cesaretle dönerek Faramir ile yüzleşti. "Uşağı ahmağın teki diye sakın beyimden faydalanmaya kalkayım demeyesin. Başından beri pek güzel konuşuyordun, beni tavladın, Elflerden falan konuşup. Güzel olan güzel davranandır, deriz biz. Şimdi vasfını gösterme zamanı."
"Öyle gibi," dedi Faramir yavaş yavaş, alçak sesle ve garip bir tebessümle. "Demek ki bütün bilmecelerin cevabı buymuş! Dünyadan yok olduğu düşünülen Tek Yüzük. Boromir onu zorla almaya kalktı ha? Ve sen de kaçtın, öyle mi? Ve o kadar yoldan kaçıp - bana geldin! Ve burada, bu vahşi doğa içinde elimdesiniz: iki buçukluk emrimde bir ordu adam ve Yüzüklerin Yüzüğü. Talihin ne hoş bir cilvesi! Faramir için, Gondor'un Komutanı için vasfını göstermek için bir şans! Ha!" Ayağa kalktı, çok uzun boyluydu, sertti ve gri gözleri pırıldıyordu.
Frodo ile Sam taburelerinden fırlayarak yan yana, sırtlarını duvara vererek durdular, kılıçlarının kabzasını bulmaya çalışarak. Bir sessizlik oldu. Mağaradaki bütün adamlar konuşmayı keserek hayretle onlara baktılar. Fakat Faramir tekrar sandalyesine oturdu ve sessiz sessiz gülmeye başladı; sonra aniden tekrar ciddileşti.
"Yazık Boromir'e! Bu çok zor bir sınav olmuş!" dedi. "Hüznümü nasıl da amirdiniz sizler, insanların belasını taşıyan, uzak bir memleketten gelen siz iki tuhaf gezgin! Ama siz insanları benim buçuklukları yargıladığımdan daha kötü yargılıyorsunuz. Biz sözümüzün eri insanlarız, biz Gondor'lu insanlar.
Nadiren atıp tutarız; yapacağımızı yaparız veya yapmaya çalışırken ölürüz. Yol kenarında bulsam bile almanı, demiştim. Eğer bunu arzu edecek bir adam olsaydım bile, bu şeyin ne olduğunu onun hakkında konuşurken bilmiyor olsaydım bile, yine de o sözlerimi bir yemin kabul eder, tutardım.
"Ama öyle biri değilim ben. Ya da şöyle diyelim, bir adamın kaçması gereken bazı tehlikeler olduğunu bilecek kadar aklım var. Rahat rahat oturun! Ve için rahatlasın Samwise. Eğer bir hata yapmış gibi görünüyorsan bile bunun yazgın olduğunu düşün. Gönlün sadık olduğu kadar kurnaz da, üstelik gözlerinden daha keskin görüyor. Çünkü garip gibi görünse de bunu bana söylemiş olman daha iyi. Bu kadar Çok sevdiğin beyine yardımcı bile olabilir. Bu onun iyiliğine olacak eğer elimden gelirse.
O yüzden için rahat olsun. Fakat sakın bu şeyin adını bir kez daha yüksek sesle anma. Bir kere yeter."
Hobbitler taburelerine geri dönerek sessizce oturdular, insanlar içmelerine ve sohbetlerine geri döndüler, komutanlarının bu minik konuklarına bir şaka yaptığını ve şimdi de bunun geçtiğini anlayarak.
"E Frodo, şimdi sonunda birbirimizi anlıyoruz," dedi Faramir. "Eğer bu şeyi istemediğin halde başkalarının ricasıyla üzerinde taşıyorsan hem merhametimi, hem de saygımı kazandın demektir. Ve sana şaşıyorum: Bunu alıkoyup da kullanmamak! Benim için yeni bir halk, yeni bir dünyasınız. Bütün akrabalarınız aynı mıdır? Memleketiniz huzur ve rızayla dolu bir yer olmalı ve orada bahçıvanlara büyük hürmet gösteriyor olmalılar."
"Her şey o kadar iyi değil orada," dedi Frodo, "ama gerçekten de bahçıvanlara hürmet edilir."
"Fakat halk orada da yoruluyor olmalı, bahçelerinde olsalar bile, bu dünyada güneşin altındaki her şey gibi. Siz de evinizden uzaklardasınız ve yol yorgunusunuz. Bu akşamlık bu kadar. Uyuyun, ikiniz de -huzur içinde, eğer becerebilirseniz. Korkmayın! Onu ne görmek istiyorum, ne dokunmak istiyorum, ne de bildiğimden (ki bu kadarı yeter de artar bile) daha fazlasını bilmek istiyorum, eğer tehlike bana bir pusu kurar da ben sınavda Drogo oğlu Frodo'dan daha düşük bir sonuç alırsam, o başka. Şimdi dinlenmeye gidin - ama önce arzu ederseniz ne tarafa doğru gitmek ve ne yapmak istediğinizi söyleyin. Çünkü benim nöbet tutup beklemem ve düşünmem gerek. Zaman geçiyor. Sabah hepimiz bizlere çizilen yollara gitmek zorunda kalacağız."
Frodo, ilk korku şokunu atlattıktan sonra titremeye başladığını kırk etti. Şimdi ise bir bulut gibi büyük bir yorgunluk çökmüştü üzerine. Artık bildiklerini daha fazla örtbas edemiyor ve karşı koyamıyordu.
"Mordor'a giden bir yol bulacaktım," dedi kısık bir sesle. "Gorgoroth'a gidiyordum. Ateş Dağı'nı bulup, bu şeyi Hüküm uçurumuna atacaktım. Gandalf öyle dedi. Oraya varabileceğimi hiç zannetmiyorum"
Faramir bir an için ona ciddi bir hayretle baktı. Sonra Frodo sallanırken onu yakaladı, kibarca kaldırdı, yatağa taşıdı ve oraya yatırarak güzelce örttü. Hemen derin bir uykuya daldı Frodo.
Yanına, hizmetkarı için başka bir yatak hazırlanmıştı. Sam bir an için tereddüt etti, sonra yerlere kadar eğilerek selam verdi: "İyi geceler Komutan beyim," dedi. "Önüne çıkan şansı iyi kullandın beyim." "Öyle mi?" dedi Faramir. "Evet, beyim, vasfını gösterdin: En yükseğinden." Faramir gülümsedi. "Küstah bir hizmetkarsın Efendi Samwise. Ama hayır: Takdire layık birinin takdiri her şeyden önemlidir. Fakat burada takdir edilecek bir şey yok. Yaptığımdan başka bir şey yapmak için içimden ne bir çağrı hissediyorum, ne de bir arzum var."
"Eh iyi öyleyse beyim," dedi Sam, "beyimde Elfçe bir hava olduğunu söylemiştin; bu doğruydu. Ama ben şunu da söyleyebilirim: Sende de bir hava var beyim, bana, bana - şey Gandalf'ı, arifleri hatırlatan bir hava."
"Belki," dedi Faramir. "Belki sen uzaktan Nümenor'un havasını ayırt edebiliyorsundur. İyi geceler!"